BÖLGE HALKININ GÖZÜNDEN: ŞUBAT 2025’TE DEPREM BÖLGESİ
BASIN AÇIKLAMALARI
Bölge Halkının Gözünden: Şubat 2025`te Deprem Bölgesi
6 Şubat 2023`te Maraş merkezli gerçekleşen depremler, milyonlarca yurttaşımızı etkileyen, büyük bir felaket olarak toplumsal hafızamıza kazındı. Binlerce insanın hayatını, sevdiklerini kaybettiği, kentlerimizin yerle bir olduğu bu yıkım, Hatay başta olmak üzere 11 ilimizde yaşamı felce uğrattı. Depremin öncesinde kentlerimizi daha dirençli hale getirmek için alınabilecek önlemlerin alınmadığına, meslek insanlarının uyarılarının ve ürettikleri bilginin göz ardı edildiğine maalesef hep beraber tanıklık ettik. Depremin hemen ardından bölgede merkezi ve yerel otoritelerin koordinasyonsuzluğu ciddi kayıplara sebep olmuşken, depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen geçici barınma alanlarında insanların en temel ihtiyaçlarının dahi karşılanmaması bölgede yaşamı sürdürmeyi neredeyse imkansız kılmaya devam ediyordu. Kalıcı konut yapımı süreçleri ise bilimsel yer seçimi kararları dikkate alınmadan, soylulaşmanın önünü açacak ve depremzedeleri ağır finansal yükler altına sokacak biçimde yürütülüyordu.
Bu nedenle depremin birinci yıldönümünde TMMOB ŞPO Ankara Şubesi olarak meslek alanımızı doğrudan ilgilendiren meseleleri onlardan en çok etkilenenler ile konuşmak, afetin yol açtığı sorunları unutturmamak, bu sorunlara birlikte çözüm üretmek ve bölgedeki dostlarımızla dayanışmayı güçlendirmek amacıyla sözü onlara verdiğimiz "Deprem Konuşmaları" başlıklı bir panel serisi düzenlemiştik. Bu panel serisinde Hatay Deprem Dayanışması`ndan Cansel Aslan, Malatya Çevre Platformu`ndan Yoldaş M. Ceylan ve Hasan Kaya, Mustafa Kemal Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan ve Dr. Pınar Çobanyılmaz ile bir araya gelmiştik. Kendi çalışma alanlarında süregelen sorunlar başta olmak üzere, çoğunluğu merkezi ve yerel yönetimlerin yetersiz ve/veya sorunlu uygulamalarından kaynaklanan problemler ile ilgili aktardıklarını üzülerek ve öfkelenerek dinlemiştik.
Depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen merkezi ve yerel yönetimlerin bölgenin en temel ihtiyaçlarını dahi halen karşılamadığı, tüm çabalarımıza rağmen cumhurbaşkanı kararnamesi gibi araçlarla kentlerin yeniden inşası sürecinde planlama meslek alanının devre dışı bırakıldığı ve vatandaşların en acil ihtiyaçlarının dahi çözüm beklediği bir tabloyla karşı karşıyayız. Tam da bu noktada meslek alanımızı doğrudan ilgilendiren barınma krizi, çevresel tahribat, kentsel politikalar, yerel hizmetlerin sunumu, kültürel mirasın korunması gibi meselelerdeki son durumu ilk ağızdan öğrenmek için bir kez daha Deprem Konuşmaları panelistleri ile bir araya geldik.
İşte depremin yarattığı tahribatı sıfır noktasında deneyimleyen meslek insanlarının ve sivil inisiyatiflerin gözünden Şubat 2025`te deprem bölgesi.
Geçici/Kalıcı Konut Alanları ve Barınma Krizi
2024 yılının Şubat ayında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı`nın Şubat 2024`te hazırladığı rapora atıfta bulunarak Hatay`da yıkılan bina sayısının ortalama 14.000, acil yıkılacak bina sayısının ortalama 9.000 ve ağır hasarlı bina sayısının ortalama 56.000 olduğunu, bu sayıların toplam yapı stoğunun %33`üne denk geldiğini belirtmiş, 205.603 kişinin konteyner kentlerde yaşamaya devam ettiğini vurgulamıştı. Depremin 13. ayında yapı stoğunun yalnızca %21`inin inşaatına başlandığını veya inşaatın bitmek üzere olduğunu belirtmişti. Ne yazık ki aradan geçen iki yılda kalıcı konut alanlarının inşasında ihtiyaç duyulan düzeyde yol alınabilmiş değil.
Hatay Deprem Dayanışma Derneği`nden Cansel Aslan depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen bölgenin en temel sorunlarından birinin hâlâ çözülemeyen barınma krizi olduğunu dile getirdi. Deprem bölgesinde konut ihtiyacının ancak %10`unun karşılanabildiğini belirten Aslan, 200 binden fazla Hataylının hâlâ konteynerlerde yaşamak zorunda kaldığını ifade etti. Konteynerlerin nitelikli geçici barınma alanı olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, bu alanlarda yaşayan insanların eğitim, sağlık, ulaşım vb. en temel ihtiyaçlarının dahi giderilmediğini vurgulayarak, depremzedelerin bu "depremkondularda" kendi imkanları ile yaşam mücadelesi sürdürdüğünü belirtti.
Bununla beraber içinde oturulmaya devam eden konutların güvenliği konusundaki belirsizlik de sürüyor. Cansel Aslan, Şubat 2025`te artçıların hala yaşandığı Hatay`da çok katlı binalarda denetimlerin yapılıp yapılmadığıyla ilgili şüphelerin giderilemediğini ifade etti. Bireysel olarak inisiyatif alarak konutlarının güvenliğinden emin olmak isteyen depremzedeler ise Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan`ın ifadesiyle "bina içi demokrasi" engeline takılabiliyor. Karot testi yaptırıp bina güçlendirmek için kat maliklerinin 5`te 4`ünün onayının alınması gerekiyor, sürecin halihazırda gelir kaynağını kaybetmiş depremzedeler için maliyeti de cabası. Bir müteahhit tarafından inşaa edilen bir bina depremde yerle bir olmuşken, aynı müteahhitin elinden çıkan yan parseldeki bina için yıkım kararı çıkmayan Hatay`da konut güvenliği doğal olarak kentlilerin en ciddi sorunlarından biri. Malatya Çevre Platformu`ndan Hasan Kaya Malatya`da da kentlilerin benzer şüpheler taşıdığını belirtti. Özellikle Fahri Kayahan Mahallesi`nden bahsetti ve kolonları zarar görmüş olmasına rağmen orta veya hafif hasarlı olarak tespit edilen binalar olduğunu söyleyerek kamuoyunun yanıltıldığı yönündeki endişesini dile getirdi.
Barınma krizinin kendini gösterdiği alan depremden en çok etkilenen il ve ilçelerle sınırlı değil. Hem iç hem dış göçün etkilerinin büyük olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan, Antakya`dan Arsuz`a yoğun bir göç yaşandığını, bunun da Arsuz`da arsa spekülasyonuna ve fiyat artışlarına yol açtığını; dış göçün ise Adana, Antalya ve Mersin gibi şehirleri hazırlıksız yakaladığını ve bu illerin halkını mağdur ettiğini belirtti. Hataylıların memleketlerine dönebilmeleri için birinci koşul elbette Hatay`da yeterli konut stoğunun sağlanması. Bu noktada ise Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan`ın üzerinde durduğu "borçlandırma" politikası devreye giriyor. Yıkılan evlerinin kredisini ödemeye devam eden Hataylılar yeni yapılan konutlara geçerken bir başka borç yükü altına girmek durumunda kalıyor. Cansel Aslan`ın Defne`de ilan edilen rezerv alanda inşaa edilen, kendi ifadesiyle "yüksek katlı TOKİ Evleri" örneği durumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Aslan, konutların henüz teslim edilmediğini ve hak sahiplerinin nasıl ve ne kadar "borçlandırıldıkları" konusunda belirsizliğin sürdüğünü belirtti.
Ne yazık ki Malatya`da da durum Hatay`dakinden çok da farklı değil. Malatya Çevre Platformu`ndan Hasan Kaya, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere yetkililerin Yeşilyurt, Akçadağ ve Doğanşehir ilçelerinde yıkılan tüm konutların, işyerlerinin ve ahırların bir yıl içinde yeniden inşa edilerek/restore edilerek hak sahiplerine teslim edileceğini açıkça ifade ettiklerini bir kere daha hatırlattı. Ancak Şubat 2025`te bu sözlerin kısmen yerine getirildiğini belirterek, deprem öncesinde yıkılan ve hasar gören konutların, işyerlerinin ve ahırların deprem sonrasında ancak üçte birinin tamamlandığını söyledi. Kaya, Yeşilyurt İlçesi`nde İkizce`de, Battalgazi İlçesi`nde ise Gelincik Tepe`de konutlar inşa edildiğini, kırsal kesimde köy evlerinin üçte ikisinin tamamlanmış durumda olduğunu ancak genel olarak çalışmaların çok ağır ilerlediğini söyledi.
Geçici olarak konteynerlerde, akrabalarının yanında, köylerinde veya bahçelerinde kalan bazı hak sahiplerinin konutları teslim edildikçe bu kalıcı konutlara taşınmaya başladığını söyleyen Kaya, büyük bir kesimin ise hâlâ konteynerlerde veya kirada yaşadığını belirtti. Kiraların 10-15 bin TL`ye kadar yükseldiğini, vatandaşlara yapılan kira yardımının ise yalnızca 7.500 TL olduğunu ifade ederek, "Bu destek, mevcut kira fiyatlarını karşılamaya yetmiyor. İnsanlar ciddi bir ekonomik sıkıntı içinde. Ayrıca hijyen koşulları yetersiz, altyapı eksik, market, fırın, ulaşım, okul, sağlık ocakları ve aile hekimleri gibi temel hizmetler sağlanamıyor. Ayrıca birçok kişi, yeni evlerine taşınsa bile eşya almakta büyük zorluk çekiyor" dedi.
Kaya, yaşanan ekonomik zorluklar nedeniyle birçok ailenin bir arada yaşamaya başladığını da ifade etti. "Dede, baba, anne, kız ve torunlar aynı evde kalıyor. Deprem sonrasında oluşan bu büyük aile yapıları, beraberinde yeni sıkıntılar ve sorunlar getiriyor. İnsanlar, deprem travmasının yanı sıra ekonomik ve sosyal zorluklarla da mücadele etmeye devam ediyor" diye konuştu.
Çevre Sorunları ve Halk Sağlığı
Depremlerin yarattığı yıkım, bölgede ciddi çevre sorunlarına da yol açtı. Ekolojik mücadelelerine depremden çok önce başlamış olan Malatya Çevre Platformu`ndan Hasan Kaya ve Yoldaş Ceylan ile yeniden görüştük. Hasan Kaya Şubat 2024`te Malatya`da yıkımının gerçekleştiği ilçelerdeki molozların (Battalgazi, Yeşilyurt, Akçadağ, Doğanşehir) ilin kuzeyindeki şehir mezarlığına yığıldığını ifade etmiş, rüzgar yönünün kuzey-güney olması sebebi ile asbestin tarım alanlarına ve yerleşim alanlarına savrulduğunu belirtmişti. Moloz kaldıran şirketlerin, atıkları akarsu yataklarına, kırsal yerleşimlerin yakınlarına ve tarım alanlarına döktüğünden bahsetmişti. Malatya`da depremden önce Beydağları`ndan gelen musluk suyunun içildiğinden, depremle zarar gören altyapı sebebi ile bu suyun kırmızı bir renk aldığını ve kullanılamaz durumda olduğunu ifade etmişti. Yine Malatya Çevre Platformu`ndan Yoldaş Ceylan ayrıca ağır hasarlı binaların yıkımının dinamitle patlatma yoluyla gerçekleştirildiğini, buna bağlı olarak ilde üst solunum yolları rahatsızlıkları, kalp rahatsızlıkları, kanser gibi halk sağlığı sorunlarında artış görüldüğüne dikkat çekmişti.
Şubat 2024`ten bugüne aradan geçen bir yılda alınan önlemleri ve güncel durumu sorduğumuzda Kaya son 4 aydır yıkımlar, moloz taşımaları, sokakların kapatılması, yıkımlardan dolayı caddelerin trafiğe kapanması gibi durumların yaşandığını ifade etti. Toz, gaz ve asbestin hala hissedilir derecede yoğun olduğunu, öyle ki insanların kış mevsimi nedeniyle sokağa maske takmadan çıkmadığını söyledi. Beydağları`nın simsiyah bir toz ve gaz bulutuyla kaplandığını vurguladı. Kaya, moloz yığınlarının hâlâ bağ, bahçe, içme ve sulama suları yakınlarında bulunduğunu, yağmurlu ve rüzgârlı günlerde hava kirliliğinin daha da arttığını dile getirdi. Akçadağ ve Doğanşehir`de yıkımların ve moloz taşımalarının tamamlandığını, Battalgazi ve Yeşilyurt ilçelerinde ise yıkımların bugün itibariyle sadece şehir mezarlığı bölgesinde devam ettiğini belirtti. Deprem öncesinde de şehir mezarlığında moloz depolandığını ifade etti.
Dinamitle bina yıkımı konusuna da değinen Kaya, bu yönteme karşı Malatya Çevre Platformu, meslek odaları, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerden büyük tepki geldiğini söyledi. Yapılan görüşmeler sonucunda Valiliğin dinamitle patlatmaları durdurduğunu belirtti. Şu anda molozların su sıkılarak ve araçların üzerine brandalar örtülerek taşındığını, bunun da asbestin yayılmasını asgari düzeye indirdiğini aktardı. Hasan Kaya, alınan önlemlerin toz, gaz ve toprağın zararlarını bir nebze azalttığını ancak üst solunum yolu hastalıkları, kanser, kalp hastalıkları ve psikolojik rahatsızlıkların arttığını vurguladı. Hastanelerde yapılan muayene sonuçlarının da bu durumu doğruladığını sözlerine ekledi.
Deprem bölgesinde süregelen çevre sorunlarından bir diğeri ise maden arama çalışmalarının yarattığı tahribat. Şubat 2024`te Yoldaş Ceylan, depremden 2-3 yıl kadar önce Cumhurbaşkanlığı kararıyla Hatay`dan Malatya`ya kadar uzanan alanın özel statülü maden alanı ilan edildiğini hatırlatmıştı. Bu alanın sadece Malatya sınırı içinde yer alan bölgesinde depremden sonra yaklaşık 750 tane olumlu Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu verildiğini belirterek, maden şirketlerinin depremin hemen sonrasında bile dinamitle ve nafta sülfürik asitle patlatmalara devam ettiğini söylemişti. Kaya, maden arama çalışmalarının Şubat 2025`te de hız kesmeden sürdüğünü ve taş, kum, çakıl, mermer, çinko, bakır, kömür, demir, krom, gümüş ve altın madenciliğinin yaygınlaştığını söyledi. Bunun yanı sıra baraj ve havuz yapma çalışmalarının her geçen gün arttığını, mevcut tesislerde kapasite artışları yapıldığını belirtti.
Kamusal Hizmetler
Hatay ve Malatya`da kamu kurumlarının da konutlar kadar zarar görmesi yurttaşların kamusal hizmetlere erişimini zorlaştırıyor. Deprem bölgesinde insanca yaşam koşulları hala sağlanabilmiş değil. Hatay ve Malatya`da yaşayan insanlar temiz gıda ve su başta olmak üzere en temel ihtiyaçlarını karşılamakta sorunlar yaşarken, dış göçün tersine işlemesi de mümkün görünmüyor. Cansel Aslan şehir dışına giden (gitmek zorunda kalan) insanların memleketlerine dönebilmesi için gerekli çalışmaların yetersiz olduğuna dikkat çekti. İşsizlik, yetersiz sağlık ve eğitim hizmetleri, kentte bitmeyen toz bulutları, elektrik kesintileri şehirde yaşamayı zorlaştıran faktörlerden sadece birkaçı. Deprem döneminden kalan vergi, SGK borçları ile ilgili mücbir sebebin kısmi-kısa süreli uzatılması ayakta kalmaya çalışan esnafın geleceğe dair umutsuzluğunu artıran bir diğer etken.
Hasan Kaya bir diğer temel ihtiyaca dikkat çekerek, deprem sonrası en çok yara alan sektörlerden birinin de eğitim sektörü olduğunun altını çizdi. Depremde anaokulları, ilköğretim, ortaöğretim ve liseler dahil birçok okulun yıkıldığını ifade etti. Sağlam kalan okulların büyük bir kısmına Valilik, Milli Eğitim, Adliye ve sağlık kuruluşlarının taşındığını, ayrıca Öğretmenevi, Jandarma ve Polis Teşkilatlarının da bu binalara yerleştirildiğini söyledi. Eğitimde büyük bir karmaşa yaşandığını, birçok okulun birleştirildiğini, depremin üzerinden iki yıl geçmişken hala 3 ila 5 okulun tek bir binada eğitim vermeye çalıştığını ve sınıfların aşırı kalabalık olduğunu söyledi.
Bu noktada akut dönemde kriz yönetiminde ortaya çıkan kurumlar arası koordinasyon eksikliğinin, günümüzde de kamusal hizmetlerin sunumunda devam ettiğini bir kere daha vurgulamak gerekiyor. Öyle ki, Şubat 2024`te Cansel Aslan, depremin hemen ardından bölgeyi ayakta tutanın merkezi veya yerel otoritelerin çalışmaları değil, STK`lar, sivil inisiyatifler, meslek örgütleri ve gönüllülerin örgütlü çabaları olduğunun altını çizmişti. Cansel Aslan, depremin ikinci yılında bu yapıların potansiyelinin değerlendirilmesi noktasında herhangi bir çaba gösterilmesi veya işbirliği fırsatlarının yaratılması şöyle dursun, şehrin geleceğine dair meslek odalarını, sivil alandaki aktörleri ve halkı dinleyen/gören çalışmalardan söz etmenin mümkün olmadığını belirtti.
Kültürel Miras Alanlarına Yönelik Uygulamalar
Bilindiği üzere Hatay`da "Geleneksel Taş Evlerin" yaygın olarak konumlandığı kültürel miras alanı, depremde en çok yıkıma uğrayan ilçelerden biri olan Antakya`da yer alıyor. Şubat 2024`te Dr. Pınar Çobanyılmaz Asi Nehri`nin doğu ve batısında tamamen yıkılmış olan çekirdek bölgenin planlanma sürecinin, T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokoller kapsamında, "sosyal sorumluluk" adı altında Türkiye Tasarım Vakfı (TTV)`na devredildiğinden bahsetmişti. Bu kararın merkezi yönetim tarafından, yerel yönetimlerle hizalanmadan, dayatmacı bir anlayışla verildiğini vurgulamıştı. TTV`nin ise süreci hangi ilkelerle neye göre belirlediği şeffaf bir şekilde açıklanmadan mimarlık ofisleri eliyle yürüttüğünü belirtmişti. Şubat 2025`te Hatay bölgesinde çalışmalar yürütmüş olan restoratör mimar Aslı Özbay, Asi Nehri`nin batısında yer alan 1. rezerv alanda, yapı adaları bazında 16 mimarlık ofisinin uygulamalarının sürdüğünü, ancak T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı`nın, bu ofislerin aldığı bazı temel kararları dahi uygulamadığını, örneğin dere yataklarının yapılaşmaya açıldığını bildirdi. Alan için yapılan koruma amaçlı imar planının 1/1000 ölçekli uygulama imar planına çevrildiğini, plan revizyonlarının Ocak ayında onaylandığını belirtti. Ayrıca Özbay 1. rezerv alan dışında kalan bölgenin olduğu gibi T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı ve TOKİ işbirliğiyle planlandığını ve inşaatların belirli müteahhitlere verildiğini, bu bölgede 5 katlı binaların ağırlıklı olarak görüldüğü 5 tip proje uygulanarak 150-160 bin konut inşa edilmesinin planlandığını söyledi.
Özetle Antakya`da yer alan kültürel miras alanında koruma ve planlama pratikleri, Dr. Çobanyılmaz`ın ifade ettiği üzere parçacıl uygulamalarla, planlama disiplini bypass edilerek uygulanıyor. Ne yazık ki bu durum, Doç. Dr. Suvar Aslan`ın Şubat 2024`te dile getirdiği endişeler konusunda haklı çıktığını gözler önüne seriyor: Bölgede planlama bütüncül planlama anlayışına ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu`nun ruhuna tamamen aykırı bir şekilde ilerliyor. Ayrıca Doç. Dr. Suvar Aslan`ın belirttiği üzere depremden önce dahi kafe, restoran gibi ticari işletmelere dönüşmeye başlayan tarihi kent merkezindeki konut alanlarında yıkımın giderilip giderilmediği ve bir tür soylulaştırma mekanizmasının devreye sokulup sokulmadığı ile ilgili şüpheler geçerliliğini koruyor. Şubat 2024`te rezerv alan ilan edilmesinden sonra tarihi kent merkezinin ablukaya alındığını ve kentlilere yapılacak çalışmalar ile ilgili herhangi bir bilgi verilmediğini söyleyen Cansel Aslan, Şubat 2025`te de benzer ifadeler kullandı. Tarihi mekanların bir kısmının T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı`nın isminin yazılı olduğu brandalarla kapatıldığını, kentlilerin brandanın diğer tarafında neler olduğunu öğrenmeye yönelik bekleyişinin devam ettiğini söyledi. Ek olarak restorasyon süreçlerinin şeffaf olmaması bir yana tarihi mekanlara ve sokaklara kepçelerle kontrolsüz müdahalelerin devam ettiğinin, depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kültürel miras niteliği taşıyan bu alanlarda yıkım ve enkaz kaldırma işlerinin bitmediğinin altını çizdi.
Sonsöz
6 Şubat 2023`te Maraş merkezli gerçekleşen depremler, milyonlarca yurttaşımızı etkileyen, büyük bir felaket olarak toplumsal hafızamıza kazındı. Binlerce insanın hayatını, sevdiklerini kaybettiği, kentlerimizin yerle bir olduğu bu yıkım, Hatay başta olmak üzere 11 ilimizde yaşamı felce uğrattı. Depremin öncesinde kentlerimizi daha dirençli hale getirmek için alınabilecek önlemlerin alınmadığına, meslek insanlarının uyarılarının ve ürettikleri bilginin göz ardı edildiğine maalesef hep beraber tanıklık ettik. Depremin hemen ardından bölgede merkezi ve yerel otoritelerin koordinasyonsuzluğu ciddi kayıplara sebep olmuşken, depremin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen geçici barınma alanlarında insanların en temel ihtiyaçlarının dahi karşılanmaması bölgede yaşamı sürdürmeyi neredeyse imkansız kılmaya devam ediyordu. Kalıcı konut yapımı süreçleri ise bilimsel yer seçimi kararları dikkate alınmadan, soylulaşmanın önünü açacak ve depremzedeleri ağır finansal yükler altına sokacak biçimde yürütülüyordu.
Bu nedenle depremin birinci yıldönümünde TMMOB ŞPO Ankara Şubesi olarak meslek alanımızı doğrudan ilgilendiren meseleleri onlardan en çok etkilenenler ile konuşmak, afetin yol açtığı sorunları unutturmamak, bu sorunlara birlikte çözüm üretmek ve bölgedeki dostlarımızla dayanışmayı güçlendirmek amacıyla sözü onlara verdiğimiz "Deprem Konuşmaları" başlıklı bir panel serisi düzenlemiştik. Bu panel serisinde Hatay Deprem Dayanışması`ndan Cansel Aslan, Malatya Çevre Platformu`ndan Yoldaş M. Ceylan ve Hasan Kaya, Mustafa Kemal Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan ve Dr. Pınar Çobanyılmaz ile bir araya gelmiştik. Kendi çalışma alanlarında süregelen sorunlar başta olmak üzere, çoğunluğu merkezi ve yerel yönetimlerin yetersiz ve/veya sorunlu uygulamalarından kaynaklanan problemler ile ilgili aktardıklarını üzülerek ve öfkelenerek dinlemiştik.
Depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen merkezi ve yerel yönetimlerin bölgenin en temel ihtiyaçlarını dahi halen karşılamadığı, tüm çabalarımıza rağmen cumhurbaşkanı kararnamesi gibi araçlarla kentlerin yeniden inşası sürecinde planlama meslek alanının devre dışı bırakıldığı ve vatandaşların en acil ihtiyaçlarının dahi çözüm beklediği bir tabloyla karşı karşıyayız. Tam da bu noktada meslek alanımızı doğrudan ilgilendiren barınma krizi, çevresel tahribat, kentsel politikalar, yerel hizmetlerin sunumu, kültürel mirasın korunması gibi meselelerdeki son durumu ilk ağızdan öğrenmek için bir kez daha Deprem Konuşmaları panelistleri ile bir araya geldik.
İşte depremin yarattığı tahribatı sıfır noktasında deneyimleyen meslek insanlarının ve sivil inisiyatiflerin gözünden Şubat 2025`te deprem bölgesi.
Geçici/Kalıcı Konut Alanları ve Barınma Krizi
2024 yılının Şubat ayında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı`nın Şubat 2024`te hazırladığı rapora atıfta bulunarak Hatay`da yıkılan bina sayısının ortalama 14.000, acil yıkılacak bina sayısının ortalama 9.000 ve ağır hasarlı bina sayısının ortalama 56.000 olduğunu, bu sayıların toplam yapı stoğunun %33`üne denk geldiğini belirtmiş, 205.603 kişinin konteyner kentlerde yaşamaya devam ettiğini vurgulamıştı. Depremin 13. ayında yapı stoğunun yalnızca %21`inin inşaatına başlandığını veya inşaatın bitmek üzere olduğunu belirtmişti. Ne yazık ki aradan geçen iki yılda kalıcı konut alanlarının inşasında ihtiyaç duyulan düzeyde yol alınabilmiş değil.
Hatay Deprem Dayanışma Derneği`nden Cansel Aslan depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen bölgenin en temel sorunlarından birinin hâlâ çözülemeyen barınma krizi olduğunu dile getirdi. Deprem bölgesinde konut ihtiyacının ancak %10`unun karşılanabildiğini belirten Aslan, 200 binden fazla Hataylının hâlâ konteynerlerde yaşamak zorunda kaldığını ifade etti. Konteynerlerin nitelikli geçici barınma alanı olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, bu alanlarda yaşayan insanların eğitim, sağlık, ulaşım vb. en temel ihtiyaçlarının dahi giderilmediğini vurgulayarak, depremzedelerin bu "depremkondularda" kendi imkanları ile yaşam mücadelesi sürdürdüğünü belirtti.
Bununla beraber içinde oturulmaya devam eden konutların güvenliği konusundaki belirsizlik de sürüyor. Cansel Aslan, Şubat 2025`te artçıların hala yaşandığı Hatay`da çok katlı binalarda denetimlerin yapılıp yapılmadığıyla ilgili şüphelerin giderilemediğini ifade etti. Bireysel olarak inisiyatif alarak konutlarının güvenliğinden emin olmak isteyen depremzedeler ise Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan`ın ifadesiyle "bina içi demokrasi" engeline takılabiliyor. Karot testi yaptırıp bina güçlendirmek için kat maliklerinin 5`te 4`ünün onayının alınması gerekiyor, sürecin halihazırda gelir kaynağını kaybetmiş depremzedeler için maliyeti de cabası. Bir müteahhit tarafından inşaa edilen bir bina depremde yerle bir olmuşken, aynı müteahhitin elinden çıkan yan parseldeki bina için yıkım kararı çıkmayan Hatay`da konut güvenliği doğal olarak kentlilerin en ciddi sorunlarından biri. Malatya Çevre Platformu`ndan Hasan Kaya Malatya`da da kentlilerin benzer şüpheler taşıdığını belirtti. Özellikle Fahri Kayahan Mahallesi`nden bahsetti ve kolonları zarar görmüş olmasına rağmen orta veya hafif hasarlı olarak tespit edilen binalar olduğunu söyleyerek kamuoyunun yanıltıldığı yönündeki endişesini dile getirdi.
Barınma krizinin kendini gösterdiği alan depremden en çok etkilenen il ve ilçelerle sınırlı değil. Hem iç hem dış göçün etkilerinin büyük olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan, Antakya`dan Arsuz`a yoğun bir göç yaşandığını, bunun da Arsuz`da arsa spekülasyonuna ve fiyat artışlarına yol açtığını; dış göçün ise Adana, Antalya ve Mersin gibi şehirleri hazırlıksız yakaladığını ve bu illerin halkını mağdur ettiğini belirtti. Hataylıların memleketlerine dönebilmeleri için birinci koşul elbette Hatay`da yeterli konut stoğunun sağlanması. Bu noktada ise Doç. Dr. Ahmet Suvar Aslan`ın üzerinde durduğu "borçlandırma" politikası devreye giriyor. Yıkılan evlerinin kredisini ödemeye devam eden Hataylılar yeni yapılan konutlara geçerken bir başka borç yükü altına girmek durumunda kalıyor. Cansel Aslan`ın Defne`de ilan edilen rezerv alanda inşaa edilen, kendi ifadesiyle "yüksek katlı TOKİ Evleri" örneği durumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Aslan, konutların henüz teslim edilmediğini ve hak sahiplerinin nasıl ve ne kadar "borçlandırıldıkları" konusunda belirsizliğin sürdüğünü belirtti.
Ne yazık ki Malatya`da da durum Hatay`dakinden çok da farklı değil. Malatya Çevre Platformu`ndan Hasan Kaya, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere yetkililerin Yeşilyurt, Akçadağ ve Doğanşehir ilçelerinde yıkılan tüm konutların, işyerlerinin ve ahırların bir yıl içinde yeniden inşa edilerek/restore edilerek hak sahiplerine teslim edileceğini açıkça ifade ettiklerini bir kere daha hatırlattı. Ancak Şubat 2025`te bu sözlerin kısmen yerine getirildiğini belirterek, deprem öncesinde yıkılan ve hasar gören konutların, işyerlerinin ve ahırların deprem sonrasında ancak üçte birinin tamamlandığını söyledi. Kaya, Yeşilyurt İlçesi`nde İkizce`de, Battalgazi İlçesi`nde ise Gelincik Tepe`de konutlar inşa edildiğini, kırsal kesimde köy evlerinin üçte ikisinin tamamlanmış durumda olduğunu ancak genel olarak çalışmaların çok ağır ilerlediğini söyledi.
Geçici olarak konteynerlerde, akrabalarının yanında, köylerinde veya bahçelerinde kalan bazı hak sahiplerinin konutları teslim edildikçe bu kalıcı konutlara taşınmaya başladığını söyleyen Kaya, büyük bir kesimin ise hâlâ konteynerlerde veya kirada yaşadığını belirtti. Kiraların 10-15 bin TL`ye kadar yükseldiğini, vatandaşlara yapılan kira yardımının ise yalnızca 7.500 TL olduğunu ifade ederek, "Bu destek, mevcut kira fiyatlarını karşılamaya yetmiyor. İnsanlar ciddi bir ekonomik sıkıntı içinde. Ayrıca hijyen koşulları yetersiz, altyapı eksik, market, fırın, ulaşım, okul, sağlık ocakları ve aile hekimleri gibi temel hizmetler sağlanamıyor. Ayrıca birçok kişi, yeni evlerine taşınsa bile eşya almakta büyük zorluk çekiyor" dedi.
Kaya, yaşanan ekonomik zorluklar nedeniyle birçok ailenin bir arada yaşamaya başladığını da ifade etti. "Dede, baba, anne, kız ve torunlar aynı evde kalıyor. Deprem sonrasında oluşan bu büyük aile yapıları, beraberinde yeni sıkıntılar ve sorunlar getiriyor. İnsanlar, deprem travmasının yanı sıra ekonomik ve sosyal zorluklarla da mücadele etmeye devam ediyor" diye konuştu.
Çevre Sorunları ve Halk Sağlığı
Depremlerin yarattığı yıkım, bölgede ciddi çevre sorunlarına da yol açtı. Ekolojik mücadelelerine depremden çok önce başlamış olan Malatya Çevre Platformu`ndan Hasan Kaya ve Yoldaş Ceylan ile yeniden görüştük. Hasan Kaya Şubat 2024`te Malatya`da yıkımının gerçekleştiği ilçelerdeki molozların (Battalgazi, Yeşilyurt, Akçadağ, Doğanşehir) ilin kuzeyindeki şehir mezarlığına yığıldığını ifade etmiş, rüzgar yönünün kuzey-güney olması sebebi ile asbestin tarım alanlarına ve yerleşim alanlarına savrulduğunu belirtmişti. Moloz kaldıran şirketlerin, atıkları akarsu yataklarına, kırsal yerleşimlerin yakınlarına ve tarım alanlarına döktüğünden bahsetmişti. Malatya`da depremden önce Beydağları`ndan gelen musluk suyunun içildiğinden, depremle zarar gören altyapı sebebi ile bu suyun kırmızı bir renk aldığını ve kullanılamaz durumda olduğunu ifade etmişti. Yine Malatya Çevre Platformu`ndan Yoldaş Ceylan ayrıca ağır hasarlı binaların yıkımının dinamitle patlatma yoluyla gerçekleştirildiğini, buna bağlı olarak ilde üst solunum yolları rahatsızlıkları, kalp rahatsızlıkları, kanser gibi halk sağlığı sorunlarında artış görüldüğüne dikkat çekmişti.
Şubat 2024`ten bugüne aradan geçen bir yılda alınan önlemleri ve güncel durumu sorduğumuzda Kaya son 4 aydır yıkımlar, moloz taşımaları, sokakların kapatılması, yıkımlardan dolayı caddelerin trafiğe kapanması gibi durumların yaşandığını ifade etti. Toz, gaz ve asbestin hala hissedilir derecede yoğun olduğunu, öyle ki insanların kış mevsimi nedeniyle sokağa maske takmadan çıkmadığını söyledi. Beydağları`nın simsiyah bir toz ve gaz bulutuyla kaplandığını vurguladı. Kaya, moloz yığınlarının hâlâ bağ, bahçe, içme ve sulama suları yakınlarında bulunduğunu, yağmurlu ve rüzgârlı günlerde hava kirliliğinin daha da arttığını dile getirdi. Akçadağ ve Doğanşehir`de yıkımların ve moloz taşımalarının tamamlandığını, Battalgazi ve Yeşilyurt ilçelerinde ise yıkımların bugün itibariyle sadece şehir mezarlığı bölgesinde devam ettiğini belirtti. Deprem öncesinde de şehir mezarlığında moloz depolandığını ifade etti.
Dinamitle bina yıkımı konusuna da değinen Kaya, bu yönteme karşı Malatya Çevre Platformu, meslek odaları, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerden büyük tepki geldiğini söyledi. Yapılan görüşmeler sonucunda Valiliğin dinamitle patlatmaları durdurduğunu belirtti. Şu anda molozların su sıkılarak ve araçların üzerine brandalar örtülerek taşındığını, bunun da asbestin yayılmasını asgari düzeye indirdiğini aktardı. Hasan Kaya, alınan önlemlerin toz, gaz ve toprağın zararlarını bir nebze azalttığını ancak üst solunum yolu hastalıkları, kanser, kalp hastalıkları ve psikolojik rahatsızlıkların arttığını vurguladı. Hastanelerde yapılan muayene sonuçlarının da bu durumu doğruladığını sözlerine ekledi.
Deprem bölgesinde süregelen çevre sorunlarından bir diğeri ise maden arama çalışmalarının yarattığı tahribat. Şubat 2024`te Yoldaş Ceylan, depremden 2-3 yıl kadar önce Cumhurbaşkanlığı kararıyla Hatay`dan Malatya`ya kadar uzanan alanın özel statülü maden alanı ilan edildiğini hatırlatmıştı. Bu alanın sadece Malatya sınırı içinde yer alan bölgesinde depremden sonra yaklaşık 750 tane olumlu Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu verildiğini belirterek, maden şirketlerinin depremin hemen sonrasında bile dinamitle ve nafta sülfürik asitle patlatmalara devam ettiğini söylemişti. Kaya, maden arama çalışmalarının Şubat 2025`te de hız kesmeden sürdüğünü ve taş, kum, çakıl, mermer, çinko, bakır, kömür, demir, krom, gümüş ve altın madenciliğinin yaygınlaştığını söyledi. Bunun yanı sıra baraj ve havuz yapma çalışmalarının her geçen gün arttığını, mevcut tesislerde kapasite artışları yapıldığını belirtti.
Kamusal Hizmetler
Hatay ve Malatya`da kamu kurumlarının da konutlar kadar zarar görmesi yurttaşların kamusal hizmetlere erişimini zorlaştırıyor. Deprem bölgesinde insanca yaşam koşulları hala sağlanabilmiş değil. Hatay ve Malatya`da yaşayan insanlar temiz gıda ve su başta olmak üzere en temel ihtiyaçlarını karşılamakta sorunlar yaşarken, dış göçün tersine işlemesi de mümkün görünmüyor. Cansel Aslan şehir dışına giden (gitmek zorunda kalan) insanların memleketlerine dönebilmesi için gerekli çalışmaların yetersiz olduğuna dikkat çekti. İşsizlik, yetersiz sağlık ve eğitim hizmetleri, kentte bitmeyen toz bulutları, elektrik kesintileri şehirde yaşamayı zorlaştıran faktörlerden sadece birkaçı. Deprem döneminden kalan vergi, SGK borçları ile ilgili mücbir sebebin kısmi-kısa süreli uzatılması ayakta kalmaya çalışan esnafın geleceğe dair umutsuzluğunu artıran bir diğer etken.
Hasan Kaya bir diğer temel ihtiyaca dikkat çekerek, deprem sonrası en çok yara alan sektörlerden birinin de eğitim sektörü olduğunun altını çizdi. Depremde anaokulları, ilköğretim, ortaöğretim ve liseler dahil birçok okulun yıkıldığını ifade etti. Sağlam kalan okulların büyük bir kısmına Valilik, Milli Eğitim, Adliye ve sağlık kuruluşlarının taşındığını, ayrıca Öğretmenevi, Jandarma ve Polis Teşkilatlarının da bu binalara yerleştirildiğini söyledi. Eğitimde büyük bir karmaşa yaşandığını, birçok okulun birleştirildiğini, depremin üzerinden iki yıl geçmişken hala 3 ila 5 okulun tek bir binada eğitim vermeye çalıştığını ve sınıfların aşırı kalabalık olduğunu söyledi.
Bu noktada akut dönemde kriz yönetiminde ortaya çıkan kurumlar arası koordinasyon eksikliğinin, günümüzde de kamusal hizmetlerin sunumunda devam ettiğini bir kere daha vurgulamak gerekiyor. Öyle ki, Şubat 2024`te Cansel Aslan, depremin hemen ardından bölgeyi ayakta tutanın merkezi veya yerel otoritelerin çalışmaları değil, STK`lar, sivil inisiyatifler, meslek örgütleri ve gönüllülerin örgütlü çabaları olduğunun altını çizmişti. Cansel Aslan, depremin ikinci yılında bu yapıların potansiyelinin değerlendirilmesi noktasında herhangi bir çaba gösterilmesi veya işbirliği fırsatlarının yaratılması şöyle dursun, şehrin geleceğine dair meslek odalarını, sivil alandaki aktörleri ve halkı dinleyen/gören çalışmalardan söz etmenin mümkün olmadığını belirtti.
Kültürel Miras Alanlarına Yönelik Uygulamalar
Bilindiği üzere Hatay`da "Geleneksel Taş Evlerin" yaygın olarak konumlandığı kültürel miras alanı, depremde en çok yıkıma uğrayan ilçelerden biri olan Antakya`da yer alıyor. Şubat 2024`te Dr. Pınar Çobanyılmaz Asi Nehri`nin doğu ve batısında tamamen yıkılmış olan çekirdek bölgenin planlanma sürecinin, T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokoller kapsamında, "sosyal sorumluluk" adı altında Türkiye Tasarım Vakfı (TTV)`na devredildiğinden bahsetmişti. Bu kararın merkezi yönetim tarafından, yerel yönetimlerle hizalanmadan, dayatmacı bir anlayışla verildiğini vurgulamıştı. TTV`nin ise süreci hangi ilkelerle neye göre belirlediği şeffaf bir şekilde açıklanmadan mimarlık ofisleri eliyle yürüttüğünü belirtmişti. Şubat 2025`te Hatay bölgesinde çalışmalar yürütmüş olan restoratör mimar Aslı Özbay, Asi Nehri`nin batısında yer alan 1. rezerv alanda, yapı adaları bazında 16 mimarlık ofisinin uygulamalarının sürdüğünü, ancak T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı`nın, bu ofislerin aldığı bazı temel kararları dahi uygulamadığını, örneğin dere yataklarının yapılaşmaya açıldığını bildirdi. Alan için yapılan koruma amaçlı imar planının 1/1000 ölçekli uygulama imar planına çevrildiğini, plan revizyonlarının Ocak ayında onaylandığını belirtti. Ayrıca Özbay 1. rezerv alan dışında kalan bölgenin olduğu gibi T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı ve TOKİ işbirliğiyle planlandığını ve inşaatların belirli müteahhitlere verildiğini, bu bölgede 5 katlı binaların ağırlıklı olarak görüldüğü 5 tip proje uygulanarak 150-160 bin konut inşa edilmesinin planlandığını söyledi.
Özetle Antakya`da yer alan kültürel miras alanında koruma ve planlama pratikleri, Dr. Çobanyılmaz`ın ifade ettiği üzere parçacıl uygulamalarla, planlama disiplini bypass edilerek uygulanıyor. Ne yazık ki bu durum, Doç. Dr. Suvar Aslan`ın Şubat 2024`te dile getirdiği endişeler konusunda haklı çıktığını gözler önüne seriyor: Bölgede planlama bütüncül planlama anlayışına ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu`nun ruhuna tamamen aykırı bir şekilde ilerliyor. Ayrıca Doç. Dr. Suvar Aslan`ın belirttiği üzere depremden önce dahi kafe, restoran gibi ticari işletmelere dönüşmeye başlayan tarihi kent merkezindeki konut alanlarında yıkımın giderilip giderilmediği ve bir tür soylulaştırma mekanizmasının devreye sokulup sokulmadığı ile ilgili şüpheler geçerliliğini koruyor. Şubat 2024`te rezerv alan ilan edilmesinden sonra tarihi kent merkezinin ablukaya alındığını ve kentlilere yapılacak çalışmalar ile ilgili herhangi bir bilgi verilmediğini söyleyen Cansel Aslan, Şubat 2025`te de benzer ifadeler kullandı. Tarihi mekanların bir kısmının T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı`nın isminin yazılı olduğu brandalarla kapatıldığını, kentlilerin brandanın diğer tarafında neler olduğunu öğrenmeye yönelik bekleyişinin devam ettiğini söyledi. Ek olarak restorasyon süreçlerinin şeffaf olmaması bir yana tarihi mekanlara ve sokaklara kepçelerle kontrolsüz müdahalelerin devam ettiğinin, depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen kültürel miras niteliği taşıyan bu alanlarda yıkım ve enkaz kaldırma işlerinin bitmediğinin altını çizdi.
Sonsöz
Üzülerek söylüyoruz ki, depremin ikinci yılında bölgede barınma, temiz suya ve gıdaya erişim, ulaşım, kamusal hizmetlere erişim gibi en temel ihtiyaçların karşılanması noktasında bile anlamlı bir yol kat edilememiş. Üstelik biz yalnızca Hatay ve Malatya`dan STK temsilcilerini ve bilim insanlarını dinleme imkanı bulduk. Geri kalan 9 şehrimizde de boyutu değişmekle beraber benzer sorunların yaşandığını tahmin etmek zor değil. Çevresel sorunlar, ekonomik koşullar, bu problemler ile ilgili ısrarla alınmayan önlemler, yanlış uygulamalar ve işletilmeyen destek mekanizmaları bölge halkının yaşam kalitesini çok ciddi oranda düşürüyor. Rant odaklı, parçacıl ve demokratik katılımcı bir yaklaşımdan çok uzak planlama süreçleriyle de bir taraftan bölge halkının toplumsal hafızası ve kent kültürü yok edilirken, diğer taraftan geleceklerini kuracakları yaşam alanları henüz inşaa edilme aşamasında omuzlarına yeni borçlar yüklüyor.
Deprem Konuşmaları serisinde panelistlerimizden dinlediklerimiz ile Şubat 2025`te kendilerinden aldığımız güncellemeler, TMMOB Şehir Plancıları Odası Genel Merkezi`nin 5 Şubat 2024 tarihinde yaptığı açıklamayı küçük bir değişiklikle tekrarlamayı ne yazık ki (!) anlamlı kılıyor:
"Deprem öncesini ve deprem anını iyi yönetemeyen ilgili kurumlar, deprem sonrasındaki ilk iki (!) yılı da iyi yönetememişlerdir.
Yurttaşlarımızın bir an evvel memleketlerinde nitelikli barınma koşullarına erişmesi herkesin en önemli beklentisidir.
Fakat, belki de yüzlerce yıl yaşayacağımız mekanların inşası aceleye getirilecek, popülist söylemlerle şekillendirilecek bir konu değildir.
Bu yüzden, tüm yetkilileri daha fazla telafisi mümkün olmayacak yanlışa mahal vermeden; bir taraftan sağlıklı, güvenli geçici barınma alanlarını tamamlamaya, diğer taraftan planlı, programlı, katılımcı, kamu yararına uygun, şehircilik ilkeleri doğrultusunda şeffaf ve bütünlüklü bir yeniden inşa yaklaşımını hayata geçirmeye davet ediyoruz."
TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi