Etik İlkeler Özlük Hakları

8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ ETKİNLİKLERİ ÇERÇEVESİNDE 29. KOLOKYUMU GERÇEKLEŞTİRDİK

2005-11-07 / 2005-11-09

8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 29. KOLOKYUMU BİLDİRGESİ

Planlamada Yeni Politika ve Stratejiler: Riskler ve Fırsatlar, 7-9 Kasım 2005, İstanbul

Dünyanın yaşamakta olduğu küreselleşme ve neo-liberalizm olarak ifade edilen büyük konjonktürel değişim, kentlerimizi ve planlama kuramlarını da etkiliyor. Üretimi dışlayan-tüketimi dayatan bu süreçte, bir yandan gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler, diğer yandan da aynı ülke içindeki gelişmiş ve az gelişmiş bölgeler arasındaki eşitsizliklerin daha da artmasına sebep olunmakta, kamunun müdahale araçları da etkisizleştirilmekte veya anlamsız kılınmakta. Bu ortamda, büyüyen ve gelişen kentlerin ancak yarışmacı bir tutum ile ayakta kalabileceği söylenmekte, yarışmacı ortamda rekabetin ön şartının kentlerin ucuz emek gücü, vergi indirimleri, kredi ve arazi tahsisleri vb. ile küresel sermaye yatırımlarını çekebilmesi ve hizmet sektöründeki gelişmelerle birlikte, küresel tüketim mekanizmalarıyla bütünleşebilmesi olduğu yönünde bir hakim söylem içten içe ve kararlılıkla işlenmekte.

Ancak, küresel sistemde büyük önem ve değer kazanacağı ifade edilen düğüm noktaları olarak kentler, katettikleri gelişmelerden öte derinleşen ekonomik, sosyal ve çevresel sorunlarla boğuşmakta. Kentlerde yaşanan çok boyutlu ve karmaşık sorunlar ise bütünlüklü bir yaklaşımla irdelenmemekte, bu sorunlara çözüm olarak önerilen anlık ve günübirlik reçeteler sorunları derinleştirip yeni sorun alanları tanımlayabilmekte. Kentler hakim söylemlerin vaat ettiği sahte cennetlere dönüşmek bir yana, “kent” kavramına yüklenen olumlu anlamları da yitirmekte, farklı kesimlerin değişim değeri temelinde paylaştığı mekanlar halini almakta. Kentler sosyallikleri tamamen gözardı edilerek sadece ekonomik olanakları ve rant değeri üzerinden paylaşılmak dışında olanakları bulunmayan yapılarmış gibi geliştirilmeye (!) çalışılmakta. Yeni yapıya uyum gösterebilen sınırlı bir kitle bu dönemin meyvelerini toplarken, büyük çoğunluk yoksulluk ve yoksunluklar içinde bir yaşama terk edilmekte, kentlerin önemli bir özelliği olan birlikte yaşama kültürünün nesnel temelleri ortadan kalkmakta ve toplumsal bölünmenin yolu açılmakta.

Bu anlayış; kent yönetimi, planlama kurum ve kuramlarını da, mekanının değişim değeri ve rantsal niteliklerini kullanıp, geliştirmeye hizmet eden bir piyasa temelli araç haline indirgemeye uğraşmakta. Kentsel mekanın bu nitelikte üretilmesi süreci, son dönemde giderek artan bir biçimde siyasal aktörlerin ve kurumların kısır siyasi tercihleri sonucu belirlenmekte. Araştırma, üretim, bilim ve teknoloji konusunda politika geliştiremediği gibi tarım topraklarını, orman alanlarını ve şimdi de kentsel alanları parçalayıp satmak, pazarlamaktan başka değer yaratma politikası olmayan iktidarların yegane başarısı küresel siyasete uyum yapması. Kentsel rantın yeniden dağılımı, planlamanın kamusalcı/toplumcu yaklaşımı ile uyuşmayan ve kentlerin geleceğini ipotek altına alan bir biçimde gerçekleştiriliyor. Siyasal otorite aldığı kararları, kentlerin ve kentsel yaşamın örgütlenişi üzerindeki etkilerinin neler olacağına bakmaksızın uygulama keyfiyetini kullanarak, rantsal bölüşüm süreci dışındaki toplum kesimlerinin ve plancının kentsel-toplumsal süreçlere müdahale yetkinliğini sistemli olarak minimize ediyor. Kentin ve toplumun kolektif eylemliği sonucunda oluşan değer artışları ve rantlar üzerinde etkin bir denetim kurabilen ve bunların kente ve kamuya döndürülmesini sağlayan planlama kurumunun, kentsel sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde kalıcı ve hakça çözümler üretebileceği gibi, toplumla da sağlıklı bir ilişki kurabileceği gerçeği, kamuoyunun bilinçlenmesine dahi olanak tanınmayacak biçimde gündem dışı tutuluyor.

Kentlerimizin sağlıklı ve nitelikli bir biçimde gelişebilmesi için, Odamızca öteden beri ısrar ve kararlılıkla ifade edilen planlama sürecinin kademeli birlikteliği ve bu sürecin ilk halkası olan üst ölçek planlama çalışmalarının önem ve gerekliliği ise yeterince kavranamıyor. Bu çerçevede, son yasal düzenlemeler sonucu üretilecek planların içeriği ile ilgili kaygılar da her geçen gün artmakta. Parçacı ve noktasal çözüm fiili durumlar, üst ölçek planlama çalışmalarını onaylanamadan uygulanması güç belgeler haline getirmekte. Bir yanda, parçacı ve kent bütününe getireceği maliyetler düşünülmeksizin tasarlanan ve çoğu kez siyasilerin tercihleriyle acil ve öncelikli olarak yaşama geçirilmeye çalışılan, toplumsal fayda ve maliyetleri derinlemesine analiz edilmesi gereken projeler kentsel gündemleri işgal etmekte. Öte tarafta ise, deprem ve afetler gibi uzun soluklu politika geliştirilmesi öncelikli ve acil olmasına karşın ihmal edilen gerçek gündemler… Bu çerçevede sıkışan büyükkentlerde üretilecek üst ölçek planların niteliği ve içeriği her iki farklı seçimi birlikte ve bütünlükle yönlendirebilecek stratejik bir derinlik sunmak zorunda. Oysa bazı kentlerde sürdürülen göstermelik üst ölçek planlama çalışmalarının bu gereklilikleri çözümleme çabası yerine, onaylı imar planlarını meşrulaştırıp yan yana yapıştıran bir kolaj çalışmasına dönüşmesi olasılığı hiç de uzak görünmemekte.

Yukarıda açıklanan sorunlu ve eksik yaklaşım dizisinin son dönemde kentlerimizde en temel kendini gösterme biçiminin ise, bütünlük, derinlik, planlama stratejisi ve ufuk genişliğinden uzak, “pazarlama” öncelikli “büyük projeler” olduğunu söylemek olası. Büyük kentlerimizin üst ölçekli planları bulunmaz ve yürütülen üst ölçek planlama çalışmalarının yaklaşımı ve içeriği tartışılmazken, İstanbul başta olmak üzere, büyük kentlerimizde üretim, istihdam ve sosyal nitelikleri ile kentsel sistem içindeki yeri unutturularak gündeme getirilen büyük projelerin özellikle incelenmesi gerekiyor. Korunması gerekli doğal, kültürel varlık ve değerlerimizin toplumsal müzakere ve uzlaşma süreçlerinden geçmeden sadece siyasi otorite ve yatırımcı kararlılığı üzerinden “kısa dönemli ekonomik getirilere” feda edilmesi, en önemli öncelik ve sorun alanı olarak karşımızda duruyor.

Kentlerimizde yaşananlar, geçen yıl ve ondan önceki yıllarda farklı cümlelerle yaptığımız tespitlerin ötesine gidebilmiş değil. Hala “bütünsellik ve bilimsellikten parçacılığa ... ve sistematik olandan el yordamına dayalı olana dönüşme” yaşandığı tespiti bugünkü “büyük projeler”de de geçerliliğini aynen sürdürüyor. Büyük kentlerimizde oluşan değerin “pazarlanması” yoluyla belirli kesimlere kaynak ve zenginlik yaratmak dışında da seçenekler olduğunu görüp tartışmak, yeni politika ve stratejileri tüm kentsel risk ve fırsatlarla birlikte ele alabilmek çözüme yönelik ilk aşamayı oluşturuyor.

Bu süreçte, büyük kentlerimizde giderek daha da ağırlaşarak ve katmanlaşarak artan sorunların çözümü için, kent planlamayı sadece “yeni yerleşim alanlarını imara açmak” sığlığında bir anlayışla imar planlamaya indirgeyen ve planlamanın kamu yararı yerine belli çıkar gruplarına yapılan değer aktarımlarını meşrulaştırma aracı biçiminde uygulanmasına neden olan yaklaşımlardan koparılması gerekiyor. Planlamanın doğasındaki içsel süreçlere müdahale gereksinimi göz ardı edilerek, küçük parçacı ve dışsal süreçlere yönelik sınırlı iyileştirmeleri yeterli gören ve sorunu teşhis edip, risk ve fırsatlarıyla ele almayan önerilerin kalıcı ve gerçek çözümler üretmeyeceği ortada. Bu çerçevede, “kentsel gelişme politika ve stratejileri”ne ve bunun örgütlenme düzeylerinin tasarlanmasına, “stratejik planlama ve uygulama modelleri”ne yönelik yeni yaklaşım ve önerilerin titizlikle incelenmesi büyük önem kazanıyor.

Avrupa Birliği ile müzakere süreci de, bir çok başlı ve içerikte ele alınmasına karşın, kentsel değer ve yapıların var edilmesi ve sorunlarının çözümlenmesi anlamında yorumlanmıyor. Hukuk Sisteminden, Kamu Yönetimine, İhale Mevzuatından, Ticaret Mekanizmasına kadar her alan müzakere edilip, “Avrupa Birliği Standartları (!)” araştırılırken kentlerimiz ve sorunları bu süreç dışında bırakılıyor, unutulup, unutturuluyor. Bu haliyle yaşam kalitesi standartlarına uygun olmayan kentlerimizin yaşanabilir mekanlar olarak düzenlenebilmesi için, diğer alanlarda da olması gerektiği gibi dışsal bir zorlamaya gerek kalmaksızın içsel bir kararlılık ve bilinçle, bütünlüklü, sistematik ve dil ve anlayış birliği sağlayan yasal ve yönetsel düzenlemeler yapılması gerekliliği gündeme bile gelmiyor.

Kent ve kamu yönetimi ile imar ve afet mevzuatlarını etkileyip biçimlendirecek parçacı yeni düzenlemelerin, kentlerimiz ve kamu kaynakları üzerinde yeni baskı ve sorunlar oluşturabileceği ortada. Bu durumun aşılabilmesi için en öncelikli adım olan;

  • yapı ve afetler mevzuatlarıyla ilişkilendirilmiş,
  • yeni eylem, dönüşüm ve afete yönelik risk yönetimine ait ilkeleri benimsemiş,
  • çeşitlenmiş uygulama araçlarıyla zenginleştirilmiş,
  • istisnaları sınırlanmış,
  • koordinasyon mekanizmaları oluşturulmuş,
  • yetki ve sorumluluk alanlarının sınırları çizilmiş,
  • kurumsal ve personele yönelik örgütlenme mekanizmaları biçimlenmiş,
  • toplumun ilgili kesimlerinin katılım ve tartışmasına açılarak geliştirilmiş

ve ilgili diğer yasalara da referans verebilecek bir “Şehircilik Reformu” ve bunun tanımlayacağı gerçek kentsel planlama çalışmaları ise adeta “ayaklara bağ” görülüyor.

İşte bu yapı içerisinde, TMMOB Şehir Plancıları Odası kentlerin kullanım değerine dayanan yaşanabilir ve insancıl mekanlar haline gelebilmesine katkıda bulunabilmek için:

  • Kent mekanını şekillendiren temel dinamik olarak rant yaratma ve kenti pazarlama kaygısının değil, tüm kesimlerin kent ve kentin yarattığı olanaklardan yararlanmasını sağlayan politika ve stratejilerin geliştirilmesinin zorunlu olduğunu,
  • Kentin birikimli değerleri olarak üretilen kentsel rantların sadece yatırımcılara değil, tüm kente ve kamuya dönebilmesine olanak sağlayacak bir planlama yaklaşımının en temel gereklilik olarak ortada durduğunu,
  • Kentlerin piyasa güçlerine hizmet eden plansız gelişmesinin engellenmesi anlamında öncelikle üst ölçekli planların yapılması fırsatının, katılımcı, stratejik ve müzakereci bir yaklaşımla ve uzmanların birikimlerine saygı gösterecek şekilde kullanılması gerektiğini,
  • Her ölçekteki planlama çalışmasının plan bütünlüğü ve kentsel mikro-kalkınma hedefleri doğrultusunda kısa dönemli ekonomik getirilere feda edilmeyecek biçimde, uzun soluklu, öncelikli ve acil müdahale gerektiren afet-deprem gibi gerçek kentsel risklerin en aza indirilmesi bağlamında ele alınmasının kaçınılmaz bir önem taşıdığını,
  • Kentlerimizin gündemine giren “büyük projeler”in, kentsel yapıyla uyum sağlama, yeni sorun alanları yaratmama, yeni baskı ve spekülasyon süreçleri tetiklememe, kente istihdam yaratma gibi ilkeler bağlamında siyasilerin seçimleriyle sınırlı, tepeden inme bir tutum yerine kentsel toplumsal katılım ve uzlaşma süreçleri önceliğinde ele alınmasını,
  • Kente yönelik tüm karar ve seçmelerin, kente ve kamuya bedelleri bağlamında incelenebileceği bir kentsel otokontrol sistemi oluşturulması ve “kente karşı suç” kavramının idare ve ceza hukukunda yer alması gerektiğini,
  • Avrupa Birliği müzakere sürecinde atlanmış (!) görünen kentsel sorunların çözümü için, içsel bir dinamik ve kamuoyu desteğiyle gündem ve tartışma zemini yaratılmasını, kalıcı çözümler üretilmesini, kentlerimizin sorunlarının kümelendiği yerleşik alanlarının yaşanabilir mekanlar olarak gelişip, dönüşmesinin yeni yerleşim alanları oluşturma adı altında gerçekleştirilen spekülatif projelerden çok daha öncelikli olduğunu,
  • Kentsel yaşam ve olanaklardan dışlanan geniş kitlelerin–dezavantajlı grupların en temel gereksinimlerinin kalıcı ve kendi yaşamlarını onurlu bir biçimde sürdürmelerine olanak sağlayacak biçimde karşılanabileceği kentsel sosyal yaklaşımların daha fazla geciktirilmeksizin gündeme taşınmasını,
  • Çalışma, konut edinme ve temel hizmetlerden yararlanmanın her kentlinin temel ve vazgeçilmez hakkı olduğunu, bunun yanında tüm kentlilere haklar yanında sorumluluklarda yükleyecek “Kentli Hakları”nın hayata geçirilmesi gerektiğini,

düşünmekte ve bu düşüncelerin hayata geçebilmesi için mücadele vermeyi kuruluş amacından kaynaklanan bir sorumluluk olarak görmekte.

Bu anlayış ve sorumluluk içinde 29’uncusunu gerçekleştirmekte olduğumuz Dünya Şehircilik Günü ve Kolokyumunun; önemli açmazlar yaşayan kentlerimize ve planlama süreçlerine ilişkin açılımların tartışılıp geliştirilmesi ve kentlere ilişkin risk ve fırsatların algılanarak kamuoyuna aktarılabilmesi anlamında değerli katkıları olacağına inanmaktayız.

TMMOB Şehir Plancıları Odası; kent, toplum ve kamu yararına uzun soluklu mücadelesini ve savunduğu ilkelerin yaşama geçmesi anlamındaki titiz takibini kararlılıkla sürdürecektir.

TMMOB Şehir Plancıları Odası Yönetim Kurulu

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>