Etik İlkeler Özlük Hakları
2007 SEÇİMLERİNE YÖNELİK TMMOB ŞEHİR PLANCILARI ODASI BİLDİRGESİ
BASIN AÇIKLAMALARI
Yayına Giriş Tarihi
2007-07-19
Güncellenme Zamanı
2007-08-14 17:26:33
Yayınlayan Birim
MERKEZ

Üretimden ve üretmekten vazgeçen bu anlayış, giderek yaygınlaşan ve yoğunlaşan bir biçimde daha önce üretilmiş toplumsal/kamusal değerleri talan etmek ve tüketmek üzerine kurulan bir yaklaşımı toplumsal yaşamın her alanına yaymıştır. Söz konusu talan ve tüketim ekonomisinin merkezinde de kentlerimiz yer almaktadır.

Üretim ekonomisinden talan ekonomisine geçişin en çarpıcı örneklerini; daha önce üretim yapılan Sümerbank, SEKA, Şeker Fabrikaları gibi tesislerin özelleştirme sürecinde elden çıkarılması ve arsalarının özel ellerde, alışveriş merkezleri, lüks konut ve ofis alanlarına dönüştürülmesi oluşturmaktadır. Bu çerçevede çalışma yaşındaki her beş kişiden birisinin, resmi rakamlara göre işsiz konumda olması şaşırtıcı değildir.

Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Kıyı Kanunu, Mortgage (tut-sat) Yasası ya da Kentsel Dönüşüm Yasası bu politikanın önemli bileşenleridir. Diğer örnekler olarak, kamu arazilerinin, orman alanlarının ya da gecekondu alanlarının lüks konut alanlarına ya da alış-veriş merkezlerine dönüştürülmesi gösterilebilir. Kentsel dönüşüm projeleri bu politikalarla toplumsal yıkım ve yerinden edilme projelerine dönüşmektedir. Kentleri parçalayan, kamusal alanları yok eden, hızla özel/yarı-özel alanlara dönüştüren ve çalışan sınıfları konut kredisi ile sermayenin yıllarca sürecek boyunduruğu altına girmeye ya da yaşam alanlarını terk etmeye zorlayan bu politikalar, büyük sosyal problemleri ve ekonomik hak kayıplarını beraberinde getirmektedir. Kentlerin ve kentsel yaşamın düzenlenmesinde kamusal yarar, sosyal adalet ve bütünsellik ilkeleri çiğnenmekte, kentlerin planlanması ve düzenlenmesi rant dağıtımına indirgenmektedir. Ortaya çıkan tablo, 1980‘lerden itibaren uygulanmakta olan piyasacı yeni liberal politikaların, dışlayıcı ve parçalayıcı şehircilik anlayışı ile iç içe yeni bir aşamaya geçmekte olduğunu göstermektedir.

Bu iktidar döneminde, uluslararası sermayenin çıkarlarına teslim edilen kentlerimizde bütünlük, derinlik, planlama stratejisinden yoksun "pazarlama" öncelikli "büyük projeler" yaklaşımı egemen kılınmaya çalışılmıştır. İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerimizde yürütülen üst ölçek planlama çalışmalarının yaklaşımı ve içeriği tartışılmazken, kentsel sistem içindeki üretim, istihdam ve sosyal nitelikleri unutturularak gündeme getirilen büyük projeler ile, kentlerimizin geleceği ipotek altına alınmaktadır. Korunması gerekli doğal, kültürel varlık ve değerlerimizin sadece siyasi otorite ve yatırımcı kararlılığı üzerinden "kısa dönemli ekonomik getirilere" feda edilmesi, en önemli öncelik ve sorun alanı olarak karşımızda durmaktadır. Kentlerimizdeki her türlü proje çalışmaları, siyasilerin ve sermaye odaklarının seçimleriyle sınırlı tepeden inme kararlarla değil, planlama bütünlüğü içerisinde, toplumsal adalet ve kamu yararı önceliğinde ele alınmalıdır.

TMMOB Şehir Plancıları Odası olarak, halkın ve kamuoyunun gündeminden uzaklaşmış siyaset alanına ve aktörlerine kentlerin parçalanmasına, kamusal alanların özelleştirilmesine, ormanların ve doğal kaynakların talan edilmesine ve kentsel kamusal alanların yok edilmesine neden olan yeni liberal şehircilik anlayışına karşı yürüttüğümüz mücadelenin ana hatlarını kamuoyunun değerlendirmesine saygıyla sunarız.

 

İMAR AFLARI İLE KENT TOPRAKLARININ TALANINA VE KAÇAK YAPILAŞMAYA İZİN VERİLMEMELİDİR

Geçmişte gündeme getirilen imar afları, kentlerimizde büyük ölçüde kaçak yapılaşmayı yasallaştırmış ve bu alanları yeniden imara açarak sağlıksız, yaşam kalitesi düşük kentsel çevreler üretilmesine yol açmıştır.

Son dönemlerde "genel" imar afları yerine, her yasal düzenlemenin "özel" imar afları ile karşımıza çıkan ve özellikle kaçak yapıların bulunduğu arazileri, yapıyı yapana satan bir anlayışla karşı karşıya kalınmıştır. Türk Ceza Kanununa ve Bütçe Kanunlarına eklenen hükümler, kentlerimizin biçimlenmesinde kangren bir unsur olarak öne çıkan kaçak yapılaşmayı ve buna yol açanları affeden, dolayısıyla kaçak yapılaşmayı teşvik eden bir içeriğe taşınmıştır. Bu tür yasal düzenlemeler, kaçak yapıyı yapana da yaptırana da göz açtırılmayacağı, izin verilmeyeceği yönündeki söylemlerin aşama aşama erimesi sürecindeki yeni bir halkayı oluşturmuştur. Bu yaklaşım, bir yandan nitelikli, yaşanabilir ve kentsel riskleri en aza indirilmiş kentsel çevrelerin oluşturulmasını engellemiş, diğer yandan kaçak yapıları affederek ödüllendirirken, toplumsal can ve mal güvenliğini tehlikeye atmıştır. Öte yandan, yasalara uyan ve kaçak yapı yapmayan vatandaşları adeta cezalandırarak devlete ve kamuya olan güveni sarsmış, toplumsal adaleti yok etmiştir. 

Belediyelerin yasal olmayan yollarla yaptığı satış ve tahsisler ile üzerlerindeki kaçak yapılaşmalar meşrulaştırılarak, Belediye Başkanlarının yaklaşan yerel seçim yatırımlarını genel seçim yatırımına dönüştürme aracı olan kanunların kabulü ile suç yaygınlaşmıştır.

Şehir plancıları Odası, Kaçak yapıların affına ve kaçak yapılaşmanın teşvikine ilişkin yasal düzenlemelere her zaman karşı çıkmıştır ve bu gelişmelerin devamı halinde bu konudaki kararlı tutumunu sürdürmeye devam edecektir.

Kaçak yapılaşma ile mücadelenin, yasak koyma ile çözümünün olanaksızlığı kabul edilerek, toplumsal adaleti zedelemeyen, doğal ve kültürel değerleri koruyan bir anlayışla ve imar affı niteliği taşımayan düzenlemelerle sürdürülmesi gereklidir. Sağlıksız kentsel alanların, nitelikli, yaşanabilir ve kentsel riskleri en aza indirilmiş ve kentle bütünleşen alanlara dönüşmesine yönelik yasal düzenlemelerin ve bunlara yönelik uygulamaların gerçekleştirilmesi acil ve önemli konular arasında yer almalıdır.

 

KENTSEL DÖNÜŞÜM ADI ALTINDA SPEKÜLASYONLARA YENİ KAPILAR AÇILMAMALIDIR

Kaçak yapılaşmış alanlar, gecekondu alanları, planlı ancak sağlıksız kentsel alanlar, yıpranmış kentsel mekanlar, kentsel sit alanları gibi koruma alanları, kentsel risk alanlarının kentsel dönüşüme kesin gereksinim duyan mekanlarımız olduğu tartışmasız bir gerçektir. Gerçek kentsel dönüşümler kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortada durur ve kentlerin yerleşik alanlarındaki risk havuzları dolaylı aflar ile kaderine terk edilirken, ülkenin pek çok kentinde Belediye Kanunu‘nun 73. Maddesine dayanarak gerçekleştirilmeye çalışılan "kentsel dönüşüm projeleri" spekülasyona ve kentsel rantların bölüşümüne hizmet etmektedir. Bu da kentlerimizde yaşamakta olduklarımıza ilave yeni sorunları beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte "kentsel dönüşüm" kisvesi altında kentlerimizdeki tarihi ve kültürel değerlere sahip kentsel dokuların yıkılarak yok edilmesinin önü açılmaktadır. 5393 sayılı Belediyeler Yasası ve 5366 sayılı Yasa kapsamında yapılan kentsel dönüşüm uygulamaları, dönüşüm ihtiyacını değil rant paylaşımını esas aldığını açıkça göstermiştir.

Türkiye planlama ve yapılaşma mevzuatının önemli dönüm noktalarından ve kentsel dönüşüm araçlarından birisi olan, 1966 yılında yasalaşmış, ne yazık ki siyasi  amaçlar karşısında gerçek değerine hiçbir zaman kavuşamamış Gecekondu Kanununun fonu ve bu kanuna göre kamu eline geçmiş arazilerin TOKİ‘ye devri ile gelinen noktada, karşı karşıya olunan tehlikenin büyüklüğü gözden kaçırılmamalıdır. Bütün bu gelişmeler Mortgage olarak gündemimize giren finansal düzenlemelerle birlikte düşünüldüğünde, sorunun gerçek boyutları görülebilmektedir. Kamu elindeki fonlar ve araziler, TOKİ‘nin mevcut konut politikası çerçevesinde kullanılmak üzere kamu elinden çıkmaktadır. Dolayısıyla eldeki kaynaklar ve yasal düzenlemelerin yerinde ve doğru kullanımı ile yapılabilecek işlemler için yeni, konuya ve belediyeye özel yasal düzenlemeler tercih edilerek, amaç araçlara teslim edilmektedir.

Diğer taraftan, Afetler karşısında bütüncül değerlendirmeler yapılamamış, planlama çabaları benimsenmemiş ve kurumsal yapı oluşturulamamıştır. Bunun yanı sıra, afetler karşısında mevcut yapıların güçlendirilmesi ya da yenilenmesini yeterli gören, mülkiyetten kaynaklı sorunları aşacağı ve böylelikle depreme dayanıksız zayıf yapıların kolaylıkla yenileneceği iddiaları ile Kentsel Dönüşüm Yasası tasarısı gündeme getirilmiştir. Tasarı, bir yandan kentlerin inşasında merkezi ve yerel yönetimlerin politika geliştirme, uygulama ve denetleme alanlarındaki kamusal sorumluluklarını gizlerken, diğer yandan meslek odalarının, sivil toplum kesimlerinin ve yenilemeye ihtiyaç duyan yapılarda yaşayan halkın rant amaçlı tasfiyesini öngören içeriği ile, tartışılmaksızın topluma kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

Doğal afetler karşısında en etkili mücadele aracı olan kamu yararı ve sosyal adalet merkezli bütüncül planlama süreçlerini dışlamış, yoksulları kentlerden tasfiye edecek ve kentsel rantları bir grup çevrenin eline bırakacak Dönüşüm Yasa Tasarısını kanunlaştırmak için,  denetimsiz ve özensiz inşa edildiği için kendiliğinden yıkılan binalar topluma bir gerekçe olarak sunulmuştur.

İmar affı niteliğinde olmayan düzenlemeleri, kentin ya da kent parçalarının yeniden yapılandırılmasına yönelik kapsamlı ve bütüncül bir planlamanın parçası olan, imar ve şehirleşme mevzuatının konularından ayrılmayan, planlama, programlama, projelendirme ve ekonomik konulara dair süreç, çözüm ve uygulama araçları ile bir bütün olarak ele alınan, bir rant paylaşım aracı olmayan, rantın kamuya dönüşünü sağlayan, dönüşüme maruz kentlileri sosyal açıdan zarara uğratmayan, bunların dönüşüme sahip çıkmasına yönelik süreç geliştiren, yaşam mekanlarının savunusu ve aktörlerin rolü üzerine bir dil geliştiren, imar planlama mantığından kurtulup kapsamlı planlamaya kavuşma, planlamaya yeni bir yaklaşım kazandırma fırsatı yaratan bir "kentsel dönüşüm" biçimi hedeflenmelidir. Yasal, kurumsal düzenlemelerle birlikte uygulama araçları da geliştirilmelidir. Yaşanan afetler ve olası afet spekülasyonları rant amaçlı kentsel dönüşüm yasalarını meşrulaştırmak için kullanılmamalıdır.

Kamu kaynak ve arazilerinin işgalcilere satılması, elden çıkarılması ve özelleştirilmesindeki artış, endüstrileşme, kentleşme ve küreselleşme süreçlerinin bilinen tehditleri, bilinen çevre sorunlarını giderek çeşitlendirmekte ve büyütmektedir. Ayrıcalıklı uygulamalarla kamu alanları talan edilmektedir. Orman ve kıyı alanları ile ilgili düzenlemelerle, yatırım adı altında ülke kaynaklarının, üstelik çoğu zaman bedelsiz olarak belli sermaye odaklarına tahsisi amacı güdülmektedir.

Turizmi Teşvik Yasası, Orman Yasası ve hazine arazilerinin satışını düzenleyen diğer yasama çalışmaları ile bu dönem gündemimizde sıklıkla yer eden benzer yasal düzenlemelerde, kentlerimizde ve kent dışı alanlarda tarım alanlarını, orman arazilerini, içme suyu kaynaklarını, koruma alanlarını tereddüt etmeden yerleşime açan, tahsis, arazi devir ve satış yolları tanımlanmaktadır.

Oysa ki; kamu arazileri, kentsel ve kırsal ortak gereksinimler için kullanılmak üzere kamunun tasarrufunda olmalı, kamu elindeki arazi varlığı kamu yararına kullanılmalı, özellikle tarım arazilerinin ekonomik faydasının elden çıkarılmadan kamuya aktarımını sağlayacak yöntemler bulunmalıdır. Kamuya ait taşınmaz mallarının korunması, yönetimi ve gerektiğinde elden çıkarılmasına ilişkin düzenleyici ve caydırıcı konular tek bir yasada toplanmalı, işgaller için verilecek caydırıcı nitelikteki cezalar, uygulanacak işlemler bu yasada yer almalı ve taviz vermeksizin uygulanmalıdır. 

 

KAMUSAL KULLANIMI KISITLAYICI DÜZENLEMELERDEN VAZGEÇİLMELİDİR

Doğrudan ya da dolaylı olarak imar ve şehirleşme konularını ilgilendiren Kanunlarda, Kanun tasarı ve tekliflerinde, planlarda ve uygulamalarda, kısıtlı doğal kaynaklar olarak değerlendirilecek kıyı ve sahil şeritlerinden, ormanlardan, mera yaylak ve kışlaklardan kamusal yarar çerçevesinde kullanımı öngörmeyen düzenlemeler yapılmaktadır. Bu metinlerde yer alan muğlak ifadeler nedeniyle geniş kapsamlı olarak değerlendirilmesi gereken bu alanlardan kamusal kullanımı kısıtlayıcı düzenlemeler yapılmakta ya da gündeme alınmaktadır. Bu yöntemle geri kazanımı mümkün olmayan bu alanların kamusal kullanımı için araçlar geliştirilmesi bir yana, olduğu gibi korunması dahi olanaksızlaşmaktadır.

Yapılacak tüm yasal düzenlemeler, tahribi halinde geri kazanımı olanaksız kısıtlı doğal kaynakların ve alanların korunmasına ve kamu yararına kullanımına ilişkin olmalıdır.

 

ÇEVRESEL DEĞERLER TAHRİP EDİLMEMELİDİR

Çevre ve ekolojik değerlerimiz, küreselleşme, sermayenin çıkarları, rant ekonomisi, ve parçacı imar afları ile yağmalanmakta, doğal kaynaklarımız yok edilmektedir. Bu alanların tüketilmesi süreci, yasal düzenlemelerin desteği ile koruma-kullanma dengesi gözetilmeden, çoğu zaman planlama kararları da aşılarak gerçekleştirilmektedir. Bu yaklaşım, yerleşmelerin çevreye duyarlı, çevreyi koruyan ve yaşatan planlama anlayışına aykırı şekilde gelişmesini hızlandırmaktadır.

Bütün bunlar yoğun ve hızla betonlaşan kimliksiz ve sağlıksız yerleşmelerin oluşmasına, doğal varlıklarımızın telafisi olanaksız biçimde tahribatına ve tüm bu zenginlik ve değerlerimizin kaybına neden olmaktadır. Doğal değerlerin, ekolojik zenginliklerinin yok edildiği bir ülkede uzun vadede sürdürülebilir bir kalkınmadan söz etmek dahi mümkün değildir.

Gerek kentlerimiz içinde gerekse yakın çevrelerinde kamunun mülkiyetinde bulunan hazine arazileri ile orman alanları hiçbir şekilde satılmamalı, özelleştirilmemeli ya da tahsis edilmemelidir. Kamuya ait, daha da önemlisi gelecek nesillerimize çevresel değeri haiz taşınmazlara sadece ekonomik bir değermiş gibi bakıp, kamusal kullanımdan çıkarılarak üçüncü şahıslara, belli çevrelere rant getirecek değerlermiş gibi pazarlamak kentlerimizin, doğal varlıklarımız ve değerlerimizin olduğu kadar sektörel gelişimleri de olumsuz etkileyecek kararlardır.

Yerleşmelerin; çevreye duyarlı, çevreyi koruyan ve yaşatan planlama anlayışına uygun gelişmesi sağlanmalıdır. Gerek küresel ölçekte gerekse ulusal ölçekte doğal, kültürel, çevresel değerlerin artan sorunları ve geri dönüşü olmayan tahribatlar sonucunda; Halkın yaşanabilir, yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı doğal ortamlarda ve yerleşmelerde nefes alma hakkı elinden alınmamalıdır. 

Var olan su kaynaklarını doğru yönetmek, suyun farklı amaçlar için kullanılmasında öncelikleri belirlemek, suyun değeri konusunda bilinci artırmak gerektiği son yıllarda yaşanan sorunlarla iyice belirginleşmiştir. Bu çerçevede kentlerin su havzalarını yapılaşmaya açan anlayıştan vazgeçilmesi, kentler için önemli su havzaları ile ilgili planların yeniden gözden geçirilmesi ve gerekli durumlarda verilen imar haklarının geri alınması bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır.

  

ŞEHİRCİLİK VE PLANLAMA İLE İLGİLİ KURUMLAR LAĞVEDİLMEMELİDİR

Şehircilik ve planlama ile ilgili kurumlar içleri boşaltılarak lağvedilirken, plansızlık ve hukuksuzluk dayatılmakta, tarım toprakları, ormanlar, kıyılar, meralar, su kaynakları, kültürel varlıklar planlama ilkelerine ve kamu yararına aykırı yapılaşmaya açılarak, piyasa faaliyeti haline getirilerek metalaştırılmaktadır.

Son dönemde yasalaşan ya da TBMM gündeminde bulunan kanun ya da kanun değişikliği tasarı ve teklifleri, çevre değerleri ve ülke kaynakları açısından son derece olumsuz sonuçlar verebilecek düzenlemeleri içermektedir. Öte yandan, şehircilikle ilgili ulusal düzeydeki kuruluşlar ortadan kaldırılırken Dünya Bankası ve IMF‘den icazetli yeni kuruluşlar oluşturulmaktadır.

1983 de afet yönetimi ve şehircilik bakanlığı olarak kurulmuş olan İmar ve İskân Bakanlığı hallaç pamuğu gibi atılmış ve Deprem Araştırma Enstitüsü ile birlikte lağvedilmiştir. 2001 yılında IMF politikaları uygulanarak Afetler Fonu ve Deprem Fonu ortadan kaldırılmıştır. 2003 yılında Konut Müsteşarlığı, 2004 yılında ise Arsa Ofisi lağvedilmiştir. İçinde bulunduğumuz dönemde bir başka planlama kurumu, İller Bankası‘nın ortadan kaldırılması gündeme gelmiştir. 2007 yılında da afet risklerini görmezden gelmenin bir parçası olarak Ulusal Deprem Konseyi‘nin kurumsal yaşamına, konsey üyelerine dahi bilgilendirmeksizin son verilmiştir. Yürürlükteki imar yasası yerine uygulama araçları ve finansal kaynakları içeren bütüncül bir şehircilik ve planlama yasası ile şehircilik sisteminin yeniden yapılanması kapsamında "Ulusal Afet Konseyi" de yerini almalıdır.

Planlama ve şehircilikle ilgili kurumları lağvetmek yerine, işlevsel bir yapıya kavuşturmak için çaba harcanmalıdır.

  

BÖLGESEL VE KENTSEL ÖLÇEKTE GERÇEKLEŞTİRİLEN REFORMLARIN HEDEFİ PİYASALAŞTIRMA DEĞİL KAMU YARARI VE KATILIMI OLMALIDIR

Son dönemde Kamu Yönetimi, Yerel Yönetimler (Belediyeler ve İl Özel İdareleri), Bölge Kalkınma Ajansları‘na ilişkin yapılan çeşitli düzenlemelerin her birinin temel gerekçesi olarak bürokratikleşme ve hantallaşmanın önlenmesi, yerel halkın katılımının sağlanması gösterilmektedir. Bu çerçevede bölgesel ve yerel yönetimlere güç ve kaynak aktarımına yönelik düzenlemeler yapılmış bulunmaktadır.

Kuşkusuz bürokrasinin daha etkin ve verimli çalışması, yerel halkın karar verme süreçlerine katılımı savunulması gereken hedeflerdir. Bununla birlikte, yapılan düzenlemelerin dikkatli bir incelemesi, söz konusu yeniden yapılandırma uygulamalarının asıl hedefinin bir yandan sosyal alanda devletin üzerindeki yükü atması, diğer yandan da söz konusu alanlara özel sektörün ve sermayenin sokulması olduğu anlaşılmaktadır. Yerel halkın süreçlere katılımı bir yana, yerel düzeyde güçlü sermaye gruplarının katılımının artırıldığı görülmektedir.

  

İMAR VE ŞEHİRLEŞME KANUNU YASALAŞMALIDIR

Kentler ve kentsel mekan, son yıllarda bir çok yasal düzenlemenin konusu olmasına karşın, kentsel sorunlar karşısında yasa yapıcıların rant odaklı ve parçacı düzenlemelerde ısrarı, ne yığılan sorunlar karşısında yeni çözümler üretebilmiş ne de bu sorunların çözümünde toplumun geniş kesimlerince kabul gören bütünlüklü bir yasal zemin sunulabilmiştir. İmar ve Şehirleşme Yasası tasarısı rafa kaldırılmış, sağlıklı ve yaşanılabilir kentsel mekan üretimi yoluyla kentsel mekanın/yaşam alanlarının düzenlenmesi ihtiyacı yok sayılmış, her yeni yasal düzenleme daha büyük kentsel sorunlara/çelişkilere yol açmış, hukuksal tutarlılıktan yoksun yeni yasal düzenlemeler birbiri ardına gündeme gelmiştir.  Hatta pek çok yasal düzenleme ile Anayasa ve hukuk yok sayılmıştır.

Bu kapsamda tüm doğal, kültürel, çevresel değerleri yerleşime konu eden ve kentlerimizin imar rantları baskısı altında biçimlenmesine neden olan mevcut imar mevzuatı yenilenmelidir. Doğal afetler, kaçak yapılaşma, af yasaları ve bilimsel temellere dayanmayan yatırımlar nedeniyle giderek ağırlaşan şehircilik sorunları karşısında bütüncül bir "Şehircilik Reformu‘ kaçınılmazdır.

Geç olmadan, tarihi bir fırsat kaçırılmadan parçacı düzenlemeler bir yana bırakılarak daha önce hazırlanan ve belli bir olgunluğa erişen ve sonuçlandırılması gereken İmar ve Şehirleşme Kanunu Tasarı Taslağı üzerinde geniş katılımlı çalışmalar yapılmalı, diğer yasal düzenlemelerin bu düzenleme ile uyumu sağlanmalıdır.

Planlama, kent topraklarından daha çok rant elde edilmesini sağlayacak bir araç olarak kullanılmamalı, işlevi yıpratılmamalı, bilimsel ölçütlerle toplum yararına ve planların kademeli birlikteliği ilkesi korunarak yaşama geçirilmelidir. Kamuoyuna, üyelerimize ve basına saygıyla duyururuz.

 

TMMOB Şehir Plancıları Odası

Yönetim Kurulu

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>