Etik İlkeler Özlük Hakları
DOĞAL SİT ALANLARININ İMARA AÇILMASI VE HAZİNE ARAZİLERİNİN SATILMASI KONULARI HAKKINDA
DUYURULAR
Yayına Giriş Tarihi
2003-07-05
Güncellenme Zamanı
2003-07-05 16:52:35
Yayınlayan Birim
MERKEZ

1940'lı yıllardan beri ülkemizde çeşitli biçimlerde uygulanan "imar affı", bugünlerde tekrar gündeme getirilmektedir. TBMM Başkanlığına sunulmuş olan "Çeşitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı" ile getirilen düzenlemeler "imar affı" niteliği taşımakta olduğu gibi, tasarının yasalaşması genel nitelikteki bir af yönündeki beklentileri de arttıracaktır.
İktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi, imar affını henüz iktidara gelmeden kendi gündemine almıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından 19 Kasım 2001 tarihinde hazırlanan "Türk Ekonomisinde Başlıca Sorunlar ve Kısa Vadeli Acil Çözüm Önerileri - Ekonomik Krizden Çıkış" başlıklı raporda; kaynak sağlayıcı tedbirler altında "imar affı ve gecekondu önleme planlaması ile iskana müsait, modern şehir planlarına uygun konut ve ticari yapılar gelir sağlaması yönünde değerlendirilmelidir" ifadesine yer verilmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra imar affına yönelik çalışmaları başlatmış, bizzat Başbakan imar affının çıkarılacağı yönünde basına demeçlerde bulunmuştur. Yapılan bu açıklamalar ve çalışmalar ile kamuoyunda bir imar affı beklentisi yaratılmak suretiyle kamuoyu baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Kamu arazilerini işgal edenler, başkalarının arazilerine izinsiz ve kaçak biçimde yerleşenler, doğal, kültürel ve tarihsel alanları yağmalayanlar cesaretlendirilmekte, imar affı tek çözüm gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Kaçak yapıları yapanların yasal suç işledikleri ve hala suç işlemeye devam ettikleri görmezden gelinmekte, konu sadece ekonomik açıdan ele alınmaktadır. Birkaç dolar elde etmek için doğal, kültürel ve tarihi mirasımız yok edilerek gelecek kuşakların hakları elinden alınmaktadır.
MECLİSE SUNULAN TASARIDA "İMAR AFFI" DÜZENLEMESİ İLE DOĞAL ALANLAR VE KAMU MALLARI ELDEN ÇIKARILMAKTADIR
Birinci Derece Doğal Sit Alanları Tehdit Altında Bulunuyor
Hükümet "Çeşitli Kanunlarda Ve Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı" hazırlayarak TBMM'ne sunmuştur. Bu tasarıda, doğal sit alanı ilan edilen yerlerde bulunan arsa ve arazilere, toplam inşaat alanı taşınmaz malın yüzölçümünün yüzde altısını (sonraki düzenleme ile bu oran yüzde üç'e düşürülmüştür) geçmemek üzere yapılaşma izni verilmektedir. Bu izne tabi olarak yapılacak yapıların uygulama projelerinin ise koruma kurullarınca onaylanması da hükme bağlanmaktadır.
Neden Birinci Derece Doğal Sit Alanları ?
- Bilindiği üzere ülkemizde farklı kanunlarla bir çok koruma alanı ilan edilmektedir. Bu tür koruma alanları içinde, özel çevre koruma bölgeleri, Boğaziçi alanları, milli parklar olduğu gibi 2863 sayılı Kanun ve yönetmelikleri uyarınca belirlenen sit alanları da yer almaktadır. Sit alanları; arkeolojik sit alanları, kentsel sit alanları ve doğal sit alanları olarak ilan edilmektedir. Söz konusu tasarının, anılan yasa kapsamında ilan edilen (özellikle) doğal sit alanlarının yapılaşmaya açılması yönünde düzenlemeler içermesi kaygı vericidir. Hükümet doğal sit alanlarını diğer doğal, kültürel, tarihsel ve kentsel değerlerimizden ayrı düşünmekte ve adeta doğal sit alanlarının gereksizliğine inanarak bu alanları gözden çıkarmaktadır. Böylesi bir tutum; bir yandan birinci derece doğal sit alanının anlamının ve öneminin bilinmediğini gösterirken diğer yandan da hali hazırda yapılaşmamış alanların, doğal alanların hükümette rahatsızlık yarattığı izlenimini vermektedir. Söz konusu yasa tasarısı ile birinci derece doğal sit alanlarının elden çıkarılması konusunda başarılar kazanılması halinde diğer sit alanlarının da zamanla yapılaşmaya açılacağından kuşku duymamak gerekmektedir.
Neden Bu Alanlarda Yapılaşma?
- Bilindiği üzere, doğal sit alanları "I. Derece Doğal (Tabii) Sit Alanı", "II. Derece Doğal (Tabii) Sit Alanı", "III. Derece Doğal (Tabii) Sit Alanı" olarak üç sınıfa ayrılmaktadır. Bu alanlarda yapılaşma olup olmayacağı veya ne tür yapılar yapılacağı, doğal sit alanlarının kendilerine özgü özellikleri ve yapısı nedeniyle koruma kurulu kararları ve koruma amaçlı imar planlarına göre belirlenmektedir. Ancak söz konusu tasarı ile doğal sit alanlarının özelliklerine, niteliklerine ve niceliklerine bakılmadan yapılaşma kararı getirilmektedir. Getirilen yapılaşma kararının hiçbir bilimsel ve teknik altyapısı bulunmamaktadır. Bu karar bir araştırma ve incelemeye dayanmamaktadır. Özellikle I. derece doğal sit alanlarının yapılaşmasının temel bir hedef olduğu görülmektedir. Birinci derece doğal sit alanlarının her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Bu alanlarda yapışmanın olması, bu yapılaşmanın yapı inşaat alanı ne kadar düşük de olsa görsel ve estetik açılar da dahil olmak üzere pek çok açıdan kirliliğe neden olacağı açıktır. Yapılaşmaya bu kadar duyarlı bir alanda, yapılaşma kararının getirilmesi bu alanların özelliklerini ve niteliklerini ortadan kaldıracaktır.
Koruma Kurulları Neden Ortak Edilmekte?
- Doğal sit'ler tespit ve tescil edilmek suretiyle belirlenmektedir. Korumanın ilk aşaması, korunacak değerlerin envanterlerin çıkarılması iken ikinci aşama ise bu belirlemenin bir süreçten geçerek yasallaşması ve o taşınmazın kültür varlığı niteliği kazanması olan tescildir. Doğal sit alanlarının; tespit ve tescil edilmesi için bilimsel araştırma, jeolojik yapı, çevresel gözlemler, ekolojik gözlemler ve topoğrafik yapı hususunda özelliklerinin bulunması gerekmektedir. Kültür Bakanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu 5.11.1999 gününde aldığı 659 sayılı kararla doğal sit; jeolojik devirlerle tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup, ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlar olarak tanımlanmıştır.
Bu alanlarda yapılacak tespit çalışmalarında, alanın özelliğine göre ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınması esas olduğu kurul kararında belirtilmiştir. Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yapılacağı ve koruma kurullarınca değerlendirilerek tescil olunacağı da mevzuatta hükme bağlanmıştır. Bu hükümlerden çok açıkça anlaşıldığı üzere, tespit işlemleri koruma kurullarınca yapılmamakta Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılmaktadır. Oysa bu alanların tespitinin koruma kurullarınca yapıldığı, koruma kurullarının yetersiz olduğu, konuyla ilgili uzmanların bulunmadığı yönünde basına Bakan tarafından demeçler verilmektedir. Bu açıklamalarla koruma kurullarına yönelik haksız ve mesnetsiz saldırılmaktadır.
Bu alanların belirlenmesi esnasında yeterli uzmanlar bulunmamakta ise, bunun sorumlusu koruma kurulları değil, Kültür ve Turizm Bakanlığıdır. Bakan bu sorumluluğu kendi üzerinden atmak ve hedef şaşırtmak için koruma kurullarını hedefe almaktadır. Bu durumu, konuyu başka bir platforma çekme çabasının bir ifadesi olarak görmek mümkündür. Koruma kurulları sadece konuyu değerlendirmekte ve bir karar vermektedir.
Neden Doğa Korunmak İstenmemekte? (Doğaya Karşı Bu Yıkıcı Tutum Neden?)
- Doğal sit alanlarının belirlenmesinde genel ölçütler ile tespit edilen doğal sit alanlarında dil birliğinin bulunmamasına rağmen asıl amaç Ege ve Akdeniz kıyılarında başlayan sağlıksız ve plansız yapılaşmanın önlenmesidir. Hızlı kentleşme ve ikinci konut alanlarının bu alanlarda yapılaşmasının sınırlandırılmasıdır. Özellikle birinci derece doğal sit alanların korunmasında kamu yararı bulunmaktadır.
- Tasarı da birinci derece doğal sit alanlarında yer alan taşınmaz malın yüzölçümünün yüzde altısında (üçünde) yapılaşma öngörülürken, bu yapılaşma kararlarının verilmesinde koruma kurulunun bir yetkisi olmamaktadır. Ancak yapının projelerinin koruma kurullarınca onaylanması halinde yapılaşma izni verilmektedir. Yani, koruma kurulları devre dışı bırakılmaktadır. Ayrıca yapılaşma izninin alınması ancak ilgili idarelerin (belediye sınırları içinde belediyeler dışında valilikler) verecekleri ruhsat ile mümkünken, bu tür yapılarda 3194 sayılı İmar Kanunundan bahsedilmemektedir. Yapıların inşaata başlaması için yapı ruhsatı alınması zorunludur. Bu alanlarda yapılaşma koşullarının uygulanması için de imar planlarının yapılması gerekmektedir.
Her türlü (konut, turizm, sanayi) Yapı Yapmak Mümkün Mü?
- Tasarı da sadece yapılaşmadan bahsedilmektedir. Birinci derece doğal sit alanlarında yapılar, konut, ticaret, sanayi, turizm, gibi yapılar olabilir. Bu tür yapıların yapılmasını engelleyecek bir hüküm bulunmamaktadır. Doğal sit alanlarında çevreyi kirleten, yoğunluk getiren ve bu alanların tahrip olmasına neden olacak bir yapılaşma öngörülmektedir. Artık bu tür alanlardan doğal alan olarak bahsetmek mümkün olamayacaktır.
Yüksek Kurulun Aldığı Yapılaşmama Kararı Ne Olacak?
- Birinci doğal sit alanları, bitki örtüsü, topografya, siluet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde bulunulamayacak alanlardır. Ancak; resmi ve özel kuruluşlarca zorunlu olan alanlarda, teknik alt yapı hizmetleri (kanalizasyon, açık otopark, telesiyej, teleferik, içme suyu, enerji nakil hattı, telefon hattı, telefon hattı) uygulamalarının koruma kurulunca uygun görüleceği şekliyle yapılabileceği,
1/25.000 ölçekli çevre düzeni planı veya 1/5000 ölçekli nazım imar planı doğrultusunda hazırlanacak projesine göre ilgili koruma kurulundan izin alınmak koşulu ile halka açık rekreasyon amaçlı günübirlik tesisler (lokanta, büfe, kafeterya, soyunma kabinleri, wc, gezi yolu, açık otopark ve benzeri) ile alanın ve çevrenin özelliklerinden kaynaklanan faaliyetlerin korunması ve geliştirilmesi amacına yönelik yapıların (iskele, balıkçı barınağı, bekçi kulübesi ve benzeri) yapılabileceği,
Alanın doğal bitki dokusunu değiştirmeden Orman Genel Müdürlüğünün ilgili biriminden alınacak uygun görüş doğrultusunda koruma kurulunca ağaçlandırmaya izin verilebileceği,
Kar ve rüzgar devrikleri, doğal afetlerden etkilenmiş, hastalanmış veya kıymet ağacı olmayan ağaçlar ile ormanların bakımı ve doğal dengenin korunmasını sağlamak amacıyla Orman genel Müdürlüğünün ilgili biriminden alınacak teknik rapor doğrultusunda ağaç kesimine koruma kurulunca izin verilebileceğine,
Orman alanlarında yangın için gerekli koruma önlemlerinin ilgili kuruluşlarca alınmasına,
Taş, toprak, kum alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, cüruf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzemenin dökülmemesine, ancak sit kararı ilanından önce ruhsat almış olan işletmelerde sahanın rehabilite edilerek yasal süresi içinde işlerinin tasfiyesine,
Doğal dengenin devamlılığının sağlanması amacıyla ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri doğrultusunda alanın özelliğinden kaynaklanan faaliyetlerin koruma kurulu izni doğrultusunda sürdürülebileceğine,
Yüksek Kurulca 5.11.1999 tarihinde karar verilmiştir.
Bu karardan da anlaşıldığı üzere, sadece zorunlu ve koruma kurulu kararının izni ile yapılması gereken yapılar dışında bu alanlarda herhangi bir yapılaşmaya ve faaliyete izin verilmezken, bu alanların yüzde altı (üç) oranında yapılaşmaya açılması katliamdan başka bir şey değildir.
Kim Denetleyecek?
- İlan edilen ve tescil edilen birinci derece doğal sit alanları ile kamunun tasarrufunda olan bu alanlarda kamunun etkinliği ve denetimi ortadan kaldırılmaktadır. Yapılaşma beraberinde diğer sosyal ve teknik ihtiyaçları da getirecektir. Bu alanlarda otopark gibi diğer faaliyetler fiili olarak gerçekleştirilecek, doğal alanlar yapay alanlara dönüştürülecektir.
İnşaat alanının yüzde altıyı (üçü) geçmemesine ilişkin bir üst sınır belirlenmesine rağmen, en üst sınırda yapılaşma yapılacaktır. Ayrıca bu yapılaşmaya aykırı olarak emsal değerleri aşılacak, yeni aflar beklenecektir.
Koruma Amaçlı İmar Planları Neden Yapılacak?
- Getirilen tasarıdaki hükümler ile mekansal planlama reddedilmektedir. Koruma amaçlı imar planlarında getirilen inşaat alanı sınırlamalarına ilişkin kararlar yok edilmektedir. Planlama ilkeleri, şehircilik esasları ve imar mevzuatına aykırı bir hüküm getirilmektedir. Kanunda yer alan yapılaşmaya ilişkin koşullar plan kararı yerine geçmektedir. Plan kararlarının bilimselliği, teknik niteliği, araştırma ve incelemeye dayanması, nesnelliği, kararları ortadan kaldırılmaktadır.
Maliye Bakanlığı Kültür Konularında Uzman Bir Bakanlık Mıdır?
- Hazırlanan taslak Maliye Bakanlığınca düzenlenmiş olup, konuyla ilgili uzman elemanların görüşlerine başvurulmamış, iletilen görüşler dikkate alınmamıştır. Maliye Bakanlığı konuya kendi bakış açısından, sadece ekonomik olarak yaklaşmıştır. Ekonomik değerlerden, piyasa açısından bir yaklaşım göstermiş, birinci derece doğal sit alanları ekonomikleştirilmesi gereken atıl bir kaynak olarak değerlendirilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığından bu konuda daha duyarlı olması beklenirken, Bakanlık söz konusu tasarı yasa maddesinin savunmasını üstlenmiştir. Bakan kamuoyunu yanıltıcı nitelikte, doğru olmayan açıklamalarda bulunmuştur.
Kaçak Yapılara Ne Olacaktır?
- Mevcut birinci derece doğal sit alanlarında, imar mevzuatına aykırı olarak yapılaşmış yapılarda getirilen bu düzenleme ile affedilmektedir. Bu alanlarda yapılacak kaçak yapılar da böylece özendirilmekte, teşvik edilmektedir.
Uluslararası Sözleşme, Anayasa ve Özel Kanunlara Uygun Mu?
- Birinci derece doğal sit alanlarının yapılaşmaya açılması imzaladığımız uluslararası anlaşmalara aykırıdır. Anayasa'nın tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması başlıklı 63. maddesinde yer alan "Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır." hükmüne de söz konusu madde aykırıdır. Ayrıca özel kanunlarla (orman, milli park, kıyı, Gelibolu yarım adası, Boğaziçi) belirlenen alanlarda da birinci derece doğal sit alanı ilan edildiğinden, sit alanlarının yapılaşmaya açılması özel kanun hükümlerine de aykırılık teşkil etmektedir.
- Hazırlanan tasarı, hazineye ait taşınmaz malların satışı ile ilgilidir. Taşınmaz malların satışı ile ilgili düzenlemelerin yer aldığı bir kanun tasarısında yapılaşma ile ilgili hükümlerin yer alması anlaşılamamıştır. Yürürlükte olan yapılaşma ile ilgili kanunlarda, yapılaşma koşuluna ilişkin bir hüküm yer almazken, bu tasarı da böyle bir hüküm yer alması yasa yapma tekniğine uygun düşmemekte, mevzuatlar arasında karışıklığa neden olmaktadır.
Kamu Malları Özel Mülkiyete Devredilmektedir
Cumhuriyet döneminden itibaren uygulanan kamu arsa ve arazileri ile ilgili politikalar özel mülkiyetin desteklenmesi yönünde olmuştur. Kamu arsa ve arazilerinin satışı, 1980'li yıllardan beri ülkemizde uygulanan liberal ekonomik politikalarla ilişkilidir. Devletin küçültülmesi, kamunun elinde bulunan arsa ve arazilerin, kaynak yaratılması amacıyla özel kişi ve kuruluşlara devredilmesi politikaları geçmişe göre bugün hızlandırılmıştır.
TBMM'ne sunulan "Çeşitli Kanunlarda Ve Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı" kamu arsa ve arazilerinin satışının bütün kamu mallarını kapsayacak şekilde yayılması, satış konusunda uygulamada ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi amacıyla düzenlenmiştir. Tarım Reformu Kanunu, Su ürünleri Kanunu, Mera Kanunu, Yer Altı Suları Hakkında Kanun kapsamında kalan ve diğer alanlarda yer alan kamu arsa ve arazilerinin satışı öngörülmekte ve satış işlemlerinde kolaylıklar sağlanmaktadır. Tasarının genel gerekçesinde; hazineye ait taşınmaz malların satışının hızlandırılması ve kolaylaştırılması, sanayi, endüstri, teknoloji bölgelerin kurulması ve toplu konutun teşvik edilmesi, bürokratik formalitelerin azaltılması, köy ve beldelerdeki tarım arazilerinin kullanıcılara doğrudan satışının kolaylaştırılması, tarım reformu alanında kalan ancak tarım yapılamayan dördüncü sınıftan yukarı arazilerin, yatırımların teşviki kapsamında kullanıma açılması, yabancı gerçek kişiler ile ticaret şirketlerin karşılıklı olmak kaydıyla taşınmaz mal edinebilmelerinin sağlanması amaçlanmaktadır.
Söz konusu tasarı maddeler kapsamında incelendiğinde de her ne olursa olsun kamu arsa ve arazilerinin satışının gerçekleştirilmek istendiği açıkça görülmektedir. Aslında geçmişte yapılan uygulamalardan anlaşılacağı üzere, bu arsa ve arazilerden ciddi anlamda bir gelir elde edilmesi mümkün değildir. Gelir sağlanacağı yönünde yaratılan söylemin amacı, bu uygulamanın kamuoyu gözünde hem meşrulaştırılması hem de olası tepkilerin yumuşatılmasıdır. Önemli olan ise, arsa ve arazilerin elden çıkarılarak, sermaye kesimine düşük fiyatla satışının sağlanması, kamu mallarının el değiştirmesidir.
Maliye Bakanlığı Ticari İşletme Haline Dönüştürülmektedir
- Söz konusu tasarının 1. maddesi ile; 4076 sayılı (Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun) Kanunla kurulan Hazine Taşınmaz Malları Satış Koordinasyon Kurulu, Değer Tespit Komisyonu ve İhale Komisyonu kaldırılmaktadır. Kurul, Hazineye ait arsa ve arazilerin satış için uygun olup olmadığı konusunda karar verecek ilgili idarelerden oluşmaktadır. İdareler arasında eşgüdüm sağlanmadan, gerekli araştırma ve incelemeler yapılmadan ve konu teknik boyutta değerlendirilmeden yapılacak satış, ileride telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açacaktır. Maliye Bakanlığının tek yetkili olması ve konunun sadece ekonomik fayda açısından değerlendirilmesi sakıncalıdır. Değer tespitlerinin ve ihalenin yapılması sürecine gerekli uzmanların katılması, nesnel, açık ve şeffaf bir satış işlemi için gereklidir.
Hazineye ait taşınmaz malların satış işleminde kamu gelirlerinin artırılması tek amaç olarak belirlenirken kamu yararının gözetilmesi ilkesi yok edilmektedir. Kamu kurum ve kuruluşları süreçten çıkarılmakta, Maliye Bakanlığı ticari bir kuruluş gibi kamu mallarını pazarlamaktadır.
Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Alanlar Satılmaktadır
- Yürürlükte olan 4076 sayılı Kanunun 4/b maddesinde yer alan "6831sayılı Orman Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu uyarınca ormanlardan izin veya irtifak hakkına konu edilmiş yerler dışında" ifadesi tasarıdan çıkarılmıştır. Bu yerlerin satışının yasal olarak mümkün olmadığı gerekçesiyle çıkarıldığı belirtilmektedir. Ancak, asıl amacın yapılacak anayasa değişikliği sonrası herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadan bu alanların satışının yapılmasıdır. Ayrıca bu alanların satılamayacağı yönündeki hükümlerin metinlerden çıkarılması ile fiilen ve yasal olmayan bir satış durumunun da yaratılmak istendiği anlaşılmaktadır. Hazineye ait arsa ve arazilerin satışı sırasında gerekli ve yeterli araştırma ve inceleme yapılması bürokratik bir engel olarak görüldüğünden bu alanların satışı da gündeme gelebilecektir. Bu tür arsa ve arazilerin satılması Anayasa'nın 169. ve 170. maddelerine aykırıdır.
Aynı şekilde Anayasa'nın 43. maddesine aykırı olarak devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyıların hiç bir şekilde mülkiyete konu olamayacağı tasarı hükümlerinde yer almamaktadır.
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan arsa ve arazilerde, kamu veya özel mülkiyetin tesis edilmesi mümkün değildir. Devlet bu alanları korumak ve denetlemekle görevli ve yükümlüdür. Ancak hükümet bu tür alanların el değiştirilmesi ve satılması için yol ve yöntemler geliştirmektedir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan bu alanların niteliklerinin yitirilmesi ve vasıflarının değiştirilmesi için kamu, fiili işgallere göz yummakta, irtifak hakkı, tahsis gibi olanaklar sağlamaktadır. Yapılan bu işlemler sonucunda Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan taşınmaz malların satışı ve devri kolaylaştırılmakta, buna zemin hazırlanmaktadır.
Tasarının 3. maddesi, 7. maddesi, 8. maddesi, 19. maddesi, 22. maddesi ve 24. maddesi, 26. maddesi ve 31. maddesi Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan alanların satışına, kiralanmasına, sınırlı ayni hak tesisine olanak sağlamaktadır. Söz konusu maddeler Anayasa hükümlerine aykırıdır.
4706 Sayılı Kanuna eklenen geçici 5. madde ile; Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde sözleşme hükümlerine aykırı faaliyetlerde bulunulması nedeniyle yargıya intikal eden uygulamalar, getirilen yeni düzenlemelerle dava konusu olmaktan çıkarılmaktadır. Bu hükümler ile yargıya da müdahale edilmektedir.
Maliye Bakanlığının ön izni ile Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde taş, kum, çakıl ve toprak ocakları açılmasının sağlanması, doğal alanlarda telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır. Aynı şekilde mera, yaylak ve kışlaklarda yağma tehlikesi ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Yabancı ve Yerli Sermayeye Kamu Malları Peşkeş Çekilecek
- Hazineye ait taşınmaz malların kanunla kurulmuş kurum ve kuruluşlara satılma olanağı getirilmekte (madde 3), bu yerlerin; borsa yerleri, teknoloji geliştirme bölgelerinin kurulması (sanayi siteleri, organize hayvancılık ve besi bölgeleri, endüstri bölgeleri, toplu konut) amacıyla doğrudan satışı öngörülmektedir. Bu madde ile yabancı ve yerli sermayeye Hazine arazilerinin satışı öngörülmektedir. Özellikle teknoloji bölgelerin ilanı ile özel ve vakıf üniversitelerine Hazine arazilerin satışında kolaylık getirilmek istenmektedir.
Taşınmazların İşgalcilere Satılması "İmar Affı"dır
- Tasarıda (madde 4) belediye ve mücavir alan sınırları içinde olup, Maliye Bakanlığınca tespit edilecek alanlarda bulunan ve 31.12.2000 tarihinden önce üzerinde yapılaşma olan Hazineye ait taşınmazların, öncelikle yapı sahiplerine satılması ya da genel hükümlere göre değerlendirmek üzere ilgili belediyelere bedelsiz olarak devredilmesi ve belediyelerce satılması hükmü getirilmek suretiyle aslında "İmar Affı" getirilmektedir. Bu imar affı ile hazineye ait taşınmaz mallar, işgalcilere satılmaktadır. Bu düzenleme ile Hazineye ait taşınmaz üzerinde oturanlara veya kullananlara işgal ettikleri arsa ve arazilerin satılması ile işgal eylemi yasallaştırılmış olmaktadır.
Söz konusu tasarı da yer alan "..Maliye Bakanlığınca tespit edilen alanlar" ifadesi ile herhangi bir sınır, ölçüt getirilmemek koşuluyla Hazineye ait taşınmaz malların tespiti keyfiyete bırakılmaktadır. Maliye Bakanlığı konuya sadece ekonomik ve siyasi açıdan bakarak tespit işlemleri yapacaktır. Bu tespitlerin yapılmasında herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmasının beklenmesi mümkün değildir. Özellikle koruma alanları üzerinde kaçak olarak yapılan arsa ve arazilerin doğrudan satılması öngörülmektedir. Su havzaları, sit alanları, orman alanları, orman sınırları dışına çıkarılmış alanlar, arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanları, özel çevre koruma alanları, Boğaziçi alanları, yer altı kaynak su alanları talancılara devredilmektedir. Bu alanların tespitinde herhangi bir büyüklük de tanımlanmadığından küçük parseller ölçeğinde olduğu gibi bir yerleşmenin tümünün de satılması gündeme gelecektir. Maliye Bakanlığı hiçbir araştırma yapmadan bu alanların satışını yapacaktır. 31.12.2000 tarihi ise bugünü içerek şekilde değiştirileceği gibi, bu tarihten önce yapılmış yapıları tespit etmek de mümkün görülmemektedir.
Hazineye ait taşınmazların öncelikle yapı sahiplerine satılacağı belirtilmektedir. Yapı sahiplerinin bunları almaması durumunda veya başvuru yapmaması halinde başkalarına da satılabileceği öngörülmektedir. Bu düzenleme ile söz konusu arsa ve araziler belediyelere bedelsiz devredilmek suretiyle Maliye Bakanlığı'nın bu süreçten herhangi bir gelir elde etmeyi planlamadığı da anlaşılmaktadır. Amaç kamu malların özel mülkiyete geçirilmesi ve belediyelere seçim öncesi, seçim yatırımı olanağının getirilmesidir. Çünkü bu düzenleme sadece belediye ve mücavir alan sınırları içindeki taşınmazları kapsamaktadır. Belediyelerin gerek eleman, gerekse araç ve gereç açısından bu tür bir uygulamayı yapacak gücü olmadığından her yer satılığa çıkarılacak, yeni talan ve vurgunların önü açılacaktır. Belediyelere düşük gelirli gruplardan bir kaynak transferi mümkün olmadığı gibi, villa, apartman gibi kaçak yapılaşmalardan asgari düzeyde bir gelir elde edilecektir.
Diğer bir husus da; belediyelere devredilen taşınmaz malların öncelikle imar planları ve imar uygulaması yapılmasının gerektiği, imar planı ve/veya imar uygulaması yapılmadan kadastral parsel üzerinden yapılan satışlarda, düzenleme ortaklık payına ilaveten satışı yapılan arazinin düzenlemeden önceki yüzölçümünün % 20'sinin, satış bedelinden aynı oranda düşülmek kaydıyla eğitim ve sağlık tesisleri ile diğer resmi tesis alanları için ayrılabileceği de tasarı da öngörülmektedir. Böylece plansız ve çarpık yapılaşmış işgalli alanların yeniden düzenlendiği, bu yolla kentleşme ilkelerine uygun dokunun oluşması amaçlandığı belirtilmektedir.
Plan, bir hedefin gerçekleştirilmesi amacıyla geleceğe yönelik kararların üretilmesidir. Hem amacın hem de bu amaca ulaşmak için gerekli olan araçların eylem/uygulama öncesinde belirlenmiş olmasını içerir. Planlama, sorun alanların tespit edilmesi ve bu sorunların çözümüne yönelik mekansal, yönetsel, mali çözümlerin getirilmesidir. Probleme yönelik alternatif öneriler getirilerek, en uygun alternatifin seçilmesidir. Kent planları kamu yararı temel alınarak hazırlanan belgelerdir. Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelikte imar planı; "belde halkının sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılamayı, sağlıklı ve güvenli bir çevre oluşturmayı, yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen ve bu amaçla beldenin ekonomik, demografik, sosyal, kültürel, tarihsel, fiziksel özelliklerine ilişkin araştırmalara ve verilere dayalı olarak hazırlanan, kentsel yerleşme ve gelişme eğilimlerini alternatif çözümler oluşturmak suretiyle belirleyen, arazi kullanımı, koruma, kısıtlama kararları, örgütlenme ve uygulama ilkelerini içeren pafta, rapor ve notlardan oluşan belgedir" şeklinde tanımlanmıştır.
Bilindiği üzere ülkemizde, kentsel gelişme ve bu gelişme neticesinde oluşacak mekansal biçimlenme büyük ölçüde piyasa güçlerinin etkinliklerine bırakılmıştır. Planlamanın etkisizleştirildiği, reddedildiği bir ortamda sağlıklı ve yaşanabilir ve güvenli bir kent ortamının oluşması beklenmemelidir. Planlamayı yatırımların önünde engel gören, planlama ve imar düzenlemesine karşı çıkan zihniyet "İmar Affı" gündeme geldiğinde planlamayı hatırlamaktadır. Ancak bu kez hatırlanan ise; mevcut durumu yasallaştırmak şeklinde bir planlama anlayışıdır. Bu anlayıştan planlama olarak söz etmek mümkün olamaz. Bu ancak, yasa dışılığa kılıf dikme, köstüm giydirme operasyonudur.
İmar mevzuatına aykırı olarak Hazine arazilerinin işgal edilerek fiili bir durum yaratılmış alanların yasallaştırılması amacıyla planlama yapılması, planlamayı bertaraf etmektedir. Bugün Hazine arazileri üzerinde bulunan yerleşmelerin büyük bir kısmı su havzaları üzerinde, orman sınırları dışına çıkan alanlarda, kıyı alanları, tarım alanları üzerinde bulunmaktadır. Kent bütününde ve çevresi ile birlikte değerlendirildiği zaman bu alanların yapılaşmaya açılmaması gerekmektedir. Ayrıca sanayi açısından uygun yer seçimi olmayan, kenti ve çevresini kirleten, turizm açısından uygun olmayan yapılarda planlanmak suretiyle "İmar Affı" kapsamına alınacaktır. Sonuçta planlama esaslarına, şehircilik ilkelerine, imar mevzuatına ve kamu yararına aykırı yapılar yapılacak "imar planları" ile yasallaştırılmaktadır. Ayrıca jeolojik açıdan sakıncalı olan alanlarda, fay hatlarında, zeminlerde yapı bulunması kabul edilmektedir.
Plansız yapılan teknik ve sosyal altyapı açısından yeterli olmayan alanların "imar planı" ile yaşam kalitesinin de yükseltilmesi mümkün görülmemektedir. Bu alanlar çok yoğun ve düzensiz, kendiliğinden geliştiğinden bir imar uygulamasına tabii tutulması da olanaklı değildir. Bu alanlardan düzenleme ortaklık payı alınamayacağı da ortadadır.
İmar planların ne amaçla yapılacağı da önemlidir. Planlar kamu yararı için yapılmaktadır. Hazine arsa ve arazilerinde yapılacak imar planları, bir rant yaratma aracı haline getirilmemelidir. Kamuya ait taşınmaz mallar herkesin ortak malıdır. Bu taşınmazlar üzerinde gelecek nesillerin de hakkı bulunmaktadır. Bu taşınmaz malların işgalcilere verilmesi ve üzerinde rant yaratılması sosyal adalet, sosyal devlet anlayışı ile ters düşmektedir.
Ayrıca kıyı alanlarında, orman alanlarında, Boğaziçi alanlarında ve diğer özel kanunla belirlenmiş alanlarda mevzuata aykırı olarak ikinci konut ve apartman yapanların özel çıkarlarını koruyan, bunları en çoğa çıkartan bir yaklaşımla planlama yapılamaz. Kamu çıkarları ile çelişen bu tür planların reddetmek gerekmektedir.
Kamu arsa ve arazileri kentsel gelişmenin yönlendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Piyasa eğilimleri dışında, kamu yararı çerçevesinde kentin mekansal biçimlenişinin ve gelişiminin yönlendirilmesinde kamu arazileri etkili olmaktadır. Ayrıca kamu arazileri kentsel alanda yeterli olmayan ve ihtiyaçları karşılamaktan uzak olan sosyal ve teknik altyapı alanlarının sağlanmasında bir işlevde görmektedir. İmar planlarının uygulanması ile elde edilen % 35'lik DOP yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizlik kamunun kentsel arazi stokunun bulunduğu koşullarda, yetersizlik kamu arazisiyle kapatılmaktadır. Kamu arazilerinin diğer bir önemli işlevi de, toplumda düşük gelir gruplarının ihtiyaçlarına yönelik projelerin üretilmesinin sağlanmasıdır. Kamu arazileri maliyetleri düşürmekte ve sosyal devlet anlayışı doğrultusunda toplumun kalkınmasına katkıda bulunmaktadır. Dolayısıyla, kamu arazileri toplumun belli bir kesimleri için değil, tüm toplum için kullanılan planlama aracı haline gelmektedir.
Tasarının kanunlaşarak yürürlüğe girmesinin ardından, Hazineye ait taşınmazlar üzerinde yapılan her türlü yapı ve tesislerin Hazineye intikal edeceği ve herhangi bir hak ve tazminat talep edemeyecekleri de hükme bağlanmaktadır. Zaten üzerinde yapılaşma olsa da hazineye ait taşınmaz mallar Hazinenin olduğundan bunun tekrarlanmasının bir anlamı bulunmamaktadır. Bu hükmü düzenleyen maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere, bundan sonra yapılacak kaçak yapılar için bir yaptırım getirmediği gibi caydırıcı olmamaktadır. Aksine eşitlik ilkesine aykırı olmaktadır. Konunun mahkemelere intikal etmesi halinde tasarıda belirtilen 31.12.2000 tarihinin bugüne çekilmesi mümkün olabilir. Sonuçta getirilen "İmar Affı" bundan sonraki kaçak yapıların önlenmesine dair bir hüküm içermediği gibi, teşvik etmektedir.
Asgari Değerle Satış Gerçekleştirilmekte
- Tasarının 3. maddesinde bazı ekonomik amaçlı kullanımlar için satılacak Hazineye ait taşınmazların bedelinin 492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesiyle yer alan harca değer üzerinden belirleneceği hükme bağlanmaktadır. Bu değer esas itibariyle Emlak Vergisi Kanunu uyarınca yeniden değerlenme oranı ile artırılmaktadır. Emlak Vergisi Kanunu uyarınca tespit edilen "asgari" değerin taşınmazın gerçek veya piyasa fiyatının çok altında kalmaktadır. Bu nedenle Hazine arazilerin bu değer üzerinden satılması kamu yararına aykırı uygulamaları beraberinde getirecek, kamu zarara uğratılacaktır. Böylece iktidarın en başından beri kamuya kaynak yaratmak şeklinde oluşturduğu söylemin de asılsız olduğu açığa kavuşmaktadır.
Zaman ve Maliyet Kaybı Yaratılacaktır
- Tasarının 6. maddesinde ".. bu süre içinde cevap verilmezse olumlu görüş verilmiş sayılır" hükmü, bazı konularda yasal açıdan olumsuz görüş verilmesi gerekirken olumlu görüş verilmiş gibi kabul edilecektir. Hukuksal açıdan sorunlar yaşanacak, tam tersine zaman kaybına ve maliyet kaybına neden olacaktır.
Küreselleşen Sermayeye Hizmet edilmektedir
- Tasarının 18. maddesi ile; yabancı uyruklu gerçek kişiler ile ticaret şirketleri Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde otuz hektara kadar taşınmaz edinme olanağı sağlanmakta, bu miktarın üzerinde yetki Bakanlar kuruluna verilmektedir. Bu maddenin uygulanamayacağı yerleri belirleme yetkisi de Bakanlar kuruluna verilmektedir. Ancak kamu yararı, ülke güvenliği ve çevre açısından bu hüküm ciddi kaygılar getirmektedir. Küreselleşen sermayenin önündeki sınırlar kaldırılmaktadır. Kamu kurumları sermayenin hizmetine sokulmaktadır.
İmar affı yönündeki çalışmalar sadece anılan yasa tasarısı ile kısıtlı kalmamaktadır. Bir süredir gündemde olan ve uygulanmaya da başlanmış bulunan kimi yasal düzenlemeler de imar affı kapsamında ele alınabilecek uygulamaları öngörmektedir.
İMAR AFFINA YÖNELİK DÜZENLEMELER VE YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR
Kaçak Yapılara Elektrik, Su ve/veya Telefon Bağlanması Yasallaştırıldı
Resmi Gazete'de yayımlanan (8.02.2002 tarih ve 24665) "Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile 3194 sayılı İmar Kanununa geçici madde eklenmek suretiyle yapı kullanma izni almayan yapılara geçici olarak elektrik, su ve/veya telefon bağlanabileceği hükme bağlanmıştır. Belediyelerce yol, su, kanalizasyon, doğalgaz gibi alt yapı hizmetlerinin birinin veya birkaçının götürüldüğünün belgelenmesi halinde ilgili yönetmelikler doğrultusunda fenni gereklerin yerine getirilmiş olması ve bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren altı ay içerisinde başvurulması halinde teknik altyapı hizmetlerinin bağlanacağı belirtilmiştir.
Söz konusu hüküm 3194 sayılı İmar Kanununun 31. maddesi ile çelişmektedir. Anılan madde hükmünde kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılar da izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılamayacağı belirtilmesine rağmen, getirilen geçici madde ile bu hüküm işlevsizleştirilmiştir. Bu değişiklikler, yasalara saygılı vatandaşların Devlete olan güvenini zedelemektedir.
Kamu kurum ve kuruluşları, yapı kullanma izni almayan yapılara imar mevzuatı uyarınca gerekli cezai işlemleri uygulaması gerekirken, imar mevzuatına aykırı yapıları yasallaştırmaya dönük düzenlemeler yapmaktadır. Altyapı hizmetlerinin kamu tarafından sağlanması ile kaçak yapıları kullanan kişilerde yapıların yasal olduğu yönünde bir kanı oluşmaktadır. Geçici olduğu belirtilmesine rağmen yapılan yeni uygulamalar geçiciliği kalıcı hale getirmektedir. Kamu kurum ve kuruluşları imar mevzuatına aykırı yapılara yasal olmamasına rağmen altyapı hizmetleri götürmek suretiyle suç işlemektedir. Kamunun yasalara uymaması durumunda, vatandaşlardan bu yasalara uymasını beklemek gerçekçi olmamaktadır.
Hükümet, 2003 Mali Bütçe Kanununa eklediği bir hükümle (31 Mart 2003 tarih ve 25065 sayılı Resmi Gazete) yapı kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılara altı ay içerisinde başvurulması halinde kullanma izni alınıncaya kadar geçici olarak elektrik bağlanabileceğini öngörmüştür. Düzenlenen bu geçici hükümler artık kalıcı hale gelmeye başlamıştır. Parça parça hükümlerle sorunun temeline inilmeden çözüm bulunmaya çalışılmakta ancak bir sonuç alınamamaktadır. Ayrıca bir gelir elde etmekte mümkün olmamaktadır. Bütçe Kanununa böyle bir hüküm getirilmesi yasa yapma tekniği açısından doğru değildir. Anayasa Mahkemesinin geçmiş tarihlerde Bütçe ile ilgili olmayan ancak Bütçe Kanununda yapılan düzenlemelerin Anayasaya aykırı olduğuna ilişkin kararları bulunmaktadır. Hükümet ne yapacağını bilememekte, bir kural tanımamaktadır.
İmar Affı Genelgesi Yargı Kararınca Durduruldu
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 24.5.2002 tarih ve 1046-10597 sayı ile bir genelge yayımlamıştır. Genelgenin son fıkrasında "... ayrıca her tür ölçekteki plan işlemlerinde ilgili mevzuat kapsamında plan kararı ile çözüm getirilebilecek olan talepler; mevcut yapıların mevzuat hükümleri ile çelişen durumları dikkate alınmaksızın ülke ekonomisine, kamu ve toplum yararına getireceği olumlu etkiler göz önüne alınarak, sağlıklı ve düzenli bir uygulama yapılabilmesi amacıyla değerlendirilebilecek; bu işlemlerde, daha önce yayımlanmış olan genelgeler, bu Genelgedeki hususlar dikkate alınarak uygulanabilecektir" şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Söz konusu Genelgeye Şehir Plancıları Odası tarafından dava açılmış, dava sonucunda, Danıştay Altıncı Dairesi "...mevzuat hükümlerine aykırı yapılar hakkında yasal işlemlerin yapılması gerekirken bunların muhafazaları için yeni çözümlerin üretilmesini öngören Genelge hükmünün Yasa hükümleri ve planlama ilkelerini bertaraf edici nitelikte düzenlendiği anlaşıldığı" gerekçesi ile söz konusu Genelgenin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir (14.10.2002 tarih, Esas No: 2002/3964).
İşgalcilerin Önündeki Anayasal Sınırlamalar Kaldırılmak İstenmektedir
Anayasa'nın 43. maddesinin son fıkrası "Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliği, kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları ile yukarıdaki ilkelere aykırı olmamak kaydı ile, belli araziler üzerinde kişiler lehine mülkiyet hakkı tesisinin esas ve şartları, kanunla düzenlenir." şeklinde değiştirilmek istenmektedir.
Anayasa'da yapılmak istenen değişiklik kıyıların birer doğal varlık olarak elden çıkarılmasını öngörmekte, kıyılara bir gelir kapısı, kaynak olarak bakmaktadır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan, ülkemizin ortak malı olan kıyılar mülkiyete konu edilmek istenmektedir. Amaç kamu ve toplum yararına karşı mülkiyet haklarının önündeki bütün kısıtlamaların ortadan kaldırılmasıdır.
Yapılmak istenen değişiklikle kıyı ve sahil şeritlerinden yararlananlara mülkiyet hakkı tesis edilmektedir. Mülkiyet hakkı tesisinin esas ve şartları kanuna bırakılmaktadır. Getirilen bu düzenleme esnek olup, her türlü mülkiyet hakkını içermektedir. Yani mülkiyet hakkı tesisi satış ile olacağı gibi devretme, tahsis etme, terk etme, kiraya verme, ayni hak tesis etme şeklinde olabilir. Amaç ne şekilde olursa olsun kıyıların ve sahil şeritlerin elden çıkarılmasıdır.
Hükümetin gündeme getirdiği diğer değişiklik de Anayasanın "Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi" başlıklı 169. ve "Orman Köylüsünün Korunması" başlıklı 170. Maddelerinin değiştirilmesidir. Anayasa'nın 169. maddesi ile; Devlet ormanlarının, Devletçe yönetilir, işletilir...ilkesi "işlettirme" eylemini de kapsayacak biçimde değiştirilmektedir. "Devlet ormanı" sayılan arazilerde, her türlü etkinlik yerli ve yabancı özel sermayeli kişi ve kuruluşlara yaptırılabilecektir. Bu düzenleme kamu yararına aykırı uygulamalara yol açacak; orman köylüsünün çevrelerindeki ormanlardan yararlanma olanaklarını kısıtlayacaktır.
Anayasa'nın 169. maddesi ile "Orman niteliğini yitirmiştir" gerekçesiyle "orman sınırları dışına çıkarılan" yerlerin herkese; i) devredilmesi, ii) tahsis edilmesi, iii) terk edilmesi, iv) kiraya verilmesi, v) üzerinde ayni hak tesis edilmesi ve vi) satılması olanakları getirilmektedir. Yaklaşık 5 milyar m2 Hazine arazisindeki her türlü işgal, Anayasal dayanaklara kavuşturulmakta; bu arazilerin işgalcilere dağıtılmasına yönelik uygulamaların kapsamı genişletilmekte ve olanakları da artırılmaktadır.
Kamuoyunda "İmar Affı" olarak bilinen, 2981 sayılı Kanunun 3290 sayılı Kanun (22.5.1986 günlü) ile değişik geçici 2. maddesinin (e) bendi uyarınca; 31.12.1981 tarihinden önce orman sınırları dışına çıkarılan alanlar bu Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hükme bağlanmıştır. Bu hüküm uyarınca, orman sınırları dışına çıkarılan alanların üzerinde bulunan yapılarla birlikte tespit edilerek mülkiyet devri ve bu mülkiyet üzerindeki yapılara yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilmesi öngörülmüştür. İmar mevzuatına aykırı yapılar imar mevzuatına uygun inşa edilerek yapı kullanma izni alınmış yapılar olarak kabul edilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesinin 27.9.1995 gününde oybirliği ile verdiği ve 28.11.2002 tarih ve 24950 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan kararda, 2981 sayılı Kanunun 3290 sayılı Kanun ile değişik 2. maddesi (e) bendi iptal edilmiştir. Anayasanın 169. ve 170. maddelerine aykırı olduğu gerekçeleri ile söz konusu madde iptal edilmiştir. Anayasa'nın 169. ve 170. maddelerinde yapılan değişikliklerle birlikte, orman sınırları dışına çıkarılan alanların kullanıcılara devredilmesi olanağının getirilmesi ile Anayasa ve yasalara aykırı olarak arsa ve arazileri işgal edenler af edilmiş olacaktır. Yasa koyucu kamu mülkiyetinin özel mülkiyete devrini sağladıktan sonra, orman sınırları dışına çıkarılan alanlar üzerinde bulunan yapıların affedilmesini de gündeme getirecektir. Yeniden gündeme gelecek bir "İmar Affı" ile, orman sınırları dışına çıkarılan alanlara yasallık kazandırılacaktır. Planlama esaslarına, şehircilik ilkelerine, kamu yararına ve imar mevzuatına uygun, afete dayanıklı, insan ve çevre sağlığını gözeten, yaşanabilir kentlere karşı hiçbir kurala uymadan yapılan, yağmalanan bir kent tercih edilmiş olacaktır.
Gündeme gelen ve daha geniş kapsamlı olarak devam eden imar affı çalışmalarının sağlıklı değerlendirilmesi için bugüne kadar çıkarılan imar aflarının gözden geçirilmesi, ne amaçla çıkarıldıklarının ve sonuçlarının ortaya konulması gerekmektedir.
YAPILAN İMAR AFLARI SON OLMAK ÜZERE YAPILMIŞTIR
Ülkemizde imar affı ile ilgili ilk yasa olan 5218 sayılı Yasa 1948 yılında çıkarılmıştır. Bu yasa sadece Ankara'ya özgü, çok sınırlı bir alan içinde ve belli bir süre için (1 yıl) çıkarılan imar affı niteliğindedir. Aynı yıl içerisinde çıkarılan 5228 sayılı Yasa ile imar affı ülke geneline yaygınlaştırılmıştır.
1949 yılında çıkarılan imar affının iki özelliği bulunmaktadır. Bir yandan ruhsatsız yapılara ceza verilmek suretiyle kaçak yapılar affedilmektedir. Diğer taraftan ruhsatsız binaların yıkılmasını öngörmek suretiyle idarelerin yıkma yetkisini güçlendirmektedir.
1953 yılında çıkarılan 6188 sayılı Yasa ile ilk defa tüm gecekondular yasallaştırılmaktadır. Bu tarihe kadar çıkarılan imar aflarında bir taraftan af gündeme getirilirken diğer taraftan yıkıma ilişkin yaptırımlar artırılmakta, bunları uygulamayan kamu görevlilerine ağır cezalar verilmekte, belediyelerin gecekondulaşmayı önlemek amacı ile arsa üretmeleri hedeflenmektedir.
1959 (7367 sayılı Yasa) yılında çıkarılan yasada hazineden belediyeye arsaların devri öngörülmüş, 1963 yılında çıkarılan yasada ise gecekondulara belediye hizmetlerinin götürülmesi hükmü getirilmiştir. 1966 yılında çıkarılan 775 sayılı Gecekondu Yasası ile gecekondular kabul edilmiş olmaktadır. 775 sayılı Yasa ile arsaların satışı yanı sıra özellikle tahsisi gündeme getirilmektedir. Gecekondu Yasası sadece bir af yasası ötesinde konuyu bir konut sorunu olarak ele almakta, konut alanlarında ıslah ve tasfiye öngörmektedir. 1970 yılında çıkarılan yasada ise gecekonduların yıkılamayacağı güvencesi getirilmektedir. Ayrıca bir fon oluşturulmaktadır.
1980 yılından sonra yapılan imar afları (2805, 2981, 3290 ve 3366 sayılı Yasalar) ile gecekondu yanı sıra diğer kaçak yapıların da affedilmesi gündeme gelmiştir. 1983 yılında (21 Mart 1983 gün ve 2805 sayılı Yasa) çıkarılan af yasası ile gecekonduların yasallaştırılması sağlanmış ve yeni gecekondu yapılması yasaklanmıştır. 1984 yılında çıkarılan af yasası (24 Şubat 1984 gün ve 2981 sayılı Yasa) ile ilk defa bir kurum getirilmekte ve yeminli bürolar oluşturulmaktadır. Bu kurum ile devletin yapacağı hizmetler özelleştirilmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından Kanunun özel yeminli bürolarla ilgili hükümleri Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Bu yasaya göre imar mevzuatına aykırı inşa edilmiş yapılarla gecekondular, korunacak ıslah edilerek korunacak veya bu yasa hükmünden yararlanamayacaklar olarak sınıflandırılmıştır. Tapuya esas tapu tahsis belgesi de ilk kez bu yasayla tanımlanmıştır. Çıkarılan bu af yasaları ile yasa kapsamındaki alanlarda hazırlanacak ıslah imar planlarının sağlayacağı yeni imar haklarıyla yaratılacak kentsel ranttan gecekondu sahiplerine pay verilmesini öngörmüştür. 1986 yılında çıkarılan 3414 sayılı Yasa ile, kendilerine arsa veya konut tahsis edilenler bu taşınmazları başkalarına devretme hakkı getirilmektedir.
Söz konusu imar aflarını içeren düzenlemelerin her defasında son düzenleme olduğu savunulmuş, o tarihten sonra kaçak yapılacak yapıların yıktırılacağı öngörülmüştür. Ancak bunun böyle olmadığı çıkarılan sayısız aflarla anlaşılmıştır.
BUGÜNE KADAR YAPILAN İMAR AFLARINDAN DERS ALINMADI
1. Her İmar Affı Daha Geniş Kapsamlı Olmuştur
1948 yılından itibaren yapılan imar afları sınırlı alanlardan başlayarak, gecekondu alanlarını, kaçak yapıları kapsayacak şekilde daha geniş alanları ve farklı yapıları içine almıştır. Belli sınırları tanımlayan, küçük yapı topluluklarını içeren imar afları artık kaçak kentleri, kırsal alanları içine almaktadır. İmar aflarının olumsuz etkisi ve tahrip gücü zamanla artmıştır.
2. Yapılan İmar Afları İnsanların Yaşam Kalitesini Artırmamıştır
İmar mevzuatına aykırı olarak yapılan gecekonduların ve kaçak yapıların insanca yaşam ortamı oluşturup oluşturmadıkları sorgulanmamıştır. Açık ve yeşil alanlar, eğitim ve sağlık alanları gibi sosyal ve teknik altyapı olanakları açısından uygun olmayan, plansız yerleşim yerleri birer yaşam alanı olarak kabul edilmiştir. Bunların düzeltilmesi için hiçbir çalışma yapılmamıştır. Gecekonduda yaşayanların yaşamlarında bir değişiklik getirmediği gibi gecekonduluları bu alanlara mahkum edilmiştir.
3. İmar Afları Kaçak Yapılaşmayı Hızlandırmıştır
Kaçak yapı yapanlar eninde sonunda imar affı çıkacağı beklentisi içine girmişlerdir. Önemli olan uygun bir yer bulup yapısını yapmak, üzerine kaçak kat çıkmak veya yeni eklentiler yapmaktadır. Bunun için hiçbir bedel ödenmemekte, sonuçta bunu yapanlar ödüllendirilmektedir. Toplumda yaratılan bu kanı, vatandaşları kaçak yapı yapma konusunda cesaretlendirmiştir. Tek tek yapılaşmalar yerini kaçak toplu yerleşmelere bırakmıştır. Üst sınıflarda ekonomik ve politik güçlerini kullanarak, kaçak villalar yapmışlardır. 4. Vatandaşın Yasalara ve Kamu Düzenine Karşı Güveni Yok Edilmiştir
İmar mevzuatına uygun olarak yapı yapmak akılsızlık olarak tanımlanmaktadır. Kamu kurumları ve vatandaşlar işlerine geldikleri zaman yasaları uygulamaya yönelmişlerdir. İmar mevzuatına uymak, bunları yerine getirmek bürokratik bir işlem olarak görülmüştür. Yasalara aykırı hareket edenlere karşı politik, ekonomik vb. nedenlerden dolayı farklı uygulamalar yapılmıştır. Bazılarına imar mevzuatına aykırılıktan dolayı yapılarına en az ceza kesilirken bazılarına en yüksek cezalar verilmiştir. Bazı alanlarda imar mevzuatına aykırı faaliyetler görmezden gelinmiştir. Yasalar ve yönetmelikler sık sık değiştirilmiş, bazılarına ayrıcalık tanınmıştır.
5. Kamu Hizmetlerinin Özelleştirilmesi Gündeme Gelmiştir
Kamu tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler özel kesim eliyle yürütülmesi öngörülmüştür. 2981 sayılı Kanuna göre kurulan yeminli özel teknik bürolar, kendilerine intikal eden müracaatlara ilişkin tespit ve değerlendirme işlemleri yapmak üzere görevlendirilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi; idarelerin yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olan hizmetlerin (yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni) Anayasa'nın 128. maddesinde nitelikleri belirtilen "kamu görevlileri" deyimi kapsamına girmeyen "yeminli serbest mimarlık ve mühendislik büroları"nca yerine getirilmesini Anayasa'ya aykırı bulmuştur.
6. Mimar, Mühendis ve Şehir Plancıları Mesleklerini Yapamaz Duruma Getirilmiştir
İmar Affı sonucunda oluşturulan yeminli özel bürolarda çalışan mimar ve mühendisler kendi mesleklerini yerine getirememişler ve birer idari, formalite işlem yapan eleman konumuna indirgenmişlerdir. Teknik elemanlardan yapıların güvenilir ve uygun olduğuna ilişkin rapor düzenlemeleri istenmiş ve teknik elemanlar ciddi bir sorumluluk altına sokulmuştur. Yapılan yasal düzenlemelerde meslek odaların görüşleri alınmamış, teknik elemanlara danışılmamıştır.
7. Yasallaştırılan Gecekondu Alanları Ranta Açılmıştır
Düşük yoğunluklu gecekondu alanları yasallaştırıldıktan sonra, bu alanlarda üretilen imar ıslah planları ile çok katlı yapılaşmaya gidilmiştir. Kamu Hazineye ait taşınmaz mallar üzerinde işgalciler lehine olacak spekülasyon politikasını uygulamıştır. Bu alanlar arsa karşılığı müteahhitlere verilmek sureti ile konut sahibi olunmuştur. Bu alanlarda yaşayan kiracılar yeni gecekondu alanlarına taşınmışlardır.
8. Gecekondulaşma Kamu Tarafından Özellikle Teşvik Edilmiştir
Türkiye'nin içinde bulunduğu kapitalistleşme sürecinde gecekondular emeğin ucuzlaması işlevini öngörmesi nedeniyle kabul edilmiştir. Ayrıca kaynakların konuta aktarılmaması için de konutların kişilerce üretilmesine izin verilmiştir.
Gecekondu sahibinin yoksulluktan kurtularak var olan düzene uyum sağlaması, çelişkilerin ve çatışmaların ortadan kaldırılması ve geleceğe yönelik umutlarının canlı tutulması imar afları ile öngörülmüştür. Başlarda sistem için tehlikeli görülen gecekondular zamanla korunma altına alınmıştır.
9. İmar Afları Kamuya Kaynak Transferini Sağlamamıştır
Düşük gelirli insanların bulunduğu gecekondu alanlarından kamuya bir kaynak transferi sağlanamamıştır. Ayrıca bu insanlar imar affı ile ilgili başvurularda bulunmamıştır. Çünkü gecekondu alanların büyük kısmı rant alanlarını oluşturmamaktadır. Ancak kentin imarlı kesimlerine yakın küçük bir kesimi bu olanaklardan yararlanmak için başvuruda bulunmuştur.
10. Yürürlükteki Mevzuat Yetersiz Kalmıştır
Göçe dayalı nüfus artışının yarattığı yoğun kentleşme sonucu ortaya çıkan barınma sorununu çözecek düzenlemeler getirilememiştir. 775 sayılı Kanun "gecekondu" olgusunu barınma/konut sorunu genelliği içinde değerlendirmesine karşın bu Kanun uygulanamamış, gecekondu alanları zamanla rant alanlarına dönüştürülmüş, denetim sağlanamamış, içinden çıkılmaz bir hal almıştır. 775 sayılı Kanun ile başarılı olunamamıştır. Bu başarısızlığın en önemli nedeni ise, anılan kanun kapsamında pek çok yetki ve görevle sorumlu kılınan yerel yönetimlere bu görevleri yerine getirecekleri kaynakların verilmeyişidir.
Kaçak yapılaşma sorunu bir yasa ile çözümlenmesi gereken bir sorun olarak görülmüştür. Gerekli örgütlenme ve parasal kaynak ayrılmamıştır. Sorun ülkenin içinde bulunduğu kentleşme düzeni, kentleşmeye yönelik politika kararları ve planlama kararları bütününde düşünülmemiştir.
11. Hazine Kamu Arazilerine Sahip Çıkmamıştır
Devlet kamu elinde bulunan arazilerin işgal edilmesi için gerekli önlemleri almamıştır. Bu araziler işgal edildikten sonra Devlet bu arazilerin kendisinin olduğunun farkına varmış ve buralardan kaynak yaratmayı düşünmüştür. Bu araziler kamunun elinde iken kamu yararına kullanılması gündeme getirilmemiştir.
YAPILACAK İMAR AFFI GERİ DÖNÜLMEZ SONUÇLARA YOL AÇACAKTIR
1. İmar Affı Birkaç Dolar İçin Yapılmaktadır
Geçmiş yıllarda yapılmak istenen imar aflarında; gecekondu alanlarının yenilenmesi ve yeni gelişme alanları yaratılması ile kentsel sorunları çözmek istenildiği ifade edilmesine rağmen bugün ne olursa olsun amaç kaynak yaratılması olduğu belirtilmektedir. Bunun dışında ortada bir sorun olduğu kabul edilmemekte, çözüm önerileri araştırılmamakta, imar affı sadece para elde edilmesine yönelik bir tahakkuk işlemi olarak görülmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunların çözümünde etkili olacak nitelikte kaynak arayışlarına gidilmemekte, örneğin ülkenin üretim yapma kapasitesinin arttırılması yeterince düşünülmemektedir.
2. Doğal, Kültürel, Tarihsel Alanlar İşgal Altındadır
Kamu arazilerinin işgal edilmesi ve bu işgalcilerin affedilmesi ile gelişen süreç bugün doğal, kültürel, tarihsel alanların tahrip edilmesine yol açmıştır. İmar afları ile hızlanan süreç doğal alanlara yayılmış ve kamu bu alanların işgaline göz yummuştur. Bugün işgal edilen bu alanların işgalcilere devredilmesi öngörülürken diğer taraftan hali hazırda işgal edilmemiş alanların da gelecekte hızla talan edilmesinin önünü açılmıştır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında kıyılar, mera, yaylak ve kışlalar, Boğaziçi alanları, ormanlar ile diğer doğal kültürel ve tarihsel alanlar tehdit altındadır.
3. Uluslararası Anlaşmalar, Avrupa Birliği Kriterleri ve Anayasa İhlal Edilmektedir
Ülkemizin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalara göre belirlenen koruma alanları tehdit altındadır. Bu alanların korunması için gerekli önlemler alınmamaktadır. Ayrıca Avrupa Birliği'ne girmeyi hedef alan ülkemiz çevre konusunda gerekli duyarlılığı göstermemektedir. Çevre ekonominin önünde bir engel olarak görülmektedir.
Anayasa hükümleri açısından çevreyi korumak ve sağlıklı bir çevrede yaşamayı sağlamakla görevlendirilmiş ve yetkilendirilmiş olan Devlet, bu görevleri yerine getirmemekte, gerekli önlemleri almamaktadır. Hükümet Anayasanın çevre ve koruma ilgili hükümlerini engel olarak görmekte, bu hükümleri değiştirme yönünde gerekli girişimlerde bulunmaktadır.
4. İşgal Edilen veya Kullanılan Araziler Ne Suretle Olursa Olsun Elden Çıkarılmaktadır
Kamu arazileri sadece satış ile elden çıkarılmak istenmemektedir. Bu araziler satılması yanı sıra devredilmesi, tahsis edilmesi, terk edilmesi, kiraya verilmesi, üzerinde ayni hak tesis edilmesi gibi farklı ve çeşitli yöntemler izlenerek elden çıkarılması gündeme gelmiştir. Kamu tarafından belli süreler için kiraya verilen alanlar, satılmak istenmektedir.
5. İmar Afları Arazi, Yapı, Kullanım ve Dönüşüm Süreçlerinin Tümünü İçermektedir
Öncelikle imar afları yapılan değişikliklerle arazileri işgal edenlere devretme, üzerindeki kaçak yapıların affedilmesi, ruhsat ve eklerine aykırı yapıları kapsamaktadır. Ayrıca bu arazi ve yapıların gelecekte dönüştürülmesi, yenilenmesi ile bir rant kazanma aracı haline getirilmesi de hedeflenmektedir.
6. Gecekondu Yerini Kaçak Yapılara ve Kaçak Kentlere Bırakmaktadır
Ülkemizin içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik koşullar nedeniyle gecekonduların yapılması farklılaşmıştır. Gecekondular tekil olarak yapılmamış, toplu olarak örgütlü güçlerce yapılmıştır. Sultanbeyli örneğinde olduğu gibi kısa süre içinde kamu arazileri işgal edilmiştir. Aynı şekilde doğu ve güneydoğu'da yaşanan olaylar nedeniyle hızlı ve yoğun göç olayları görülmüştür. Ortaya yeni kent parçacıkları çıkmıştır.
7. Özelleştirme Uygulamaları Kentsel Topraklarda Görülmektedir
Hükümetin özelleştirme politikaları çerçevesinde kamu arazilerinin özel mülkiyete devredilmesi de bir özelleştirme uygulamasıdır. Son yıllarda IMF, Dünya Bankası politikaları doğrultusunda sosyal devlet anlayışına ve kamu mülkiyetine karşı izlenen politikaların bir sonucudur imar afları.
8. Kamunun Küçültülmesi Politikaları Kaçak Yapılaşmayı Artırmaktadır
Kaçak yapıların yapılmasının engellenmesi için kamu tarafından sıkı bir denetim yapılması, imar mevzuatına aykırı hareket edenlerin cezalandırılması gerekmektedir. Ancak bugün kamu yönetiminde uygulanan politikalar neticesinde, kamu da denetim işlerini yapacak yeterli teknik eleman kalmamıştır.
Kamu kurumları imar mevzuatına aykırı yapılarla ilgili olarak aldığı yıkım kararlarını yerine getirmesi içinde gerekli araç ve gerece sahip bulunmamaktadır. Yıkım ile ilgili yapılan ihalelerde zaman almaktadır.
9. Kamu Kurum ve Kuruluşları Kaçak Yapıları Teşvik etmektedir
Yerel yönetimlere geniş yetkiler verilmesine rağmen, belediyelerin sağlıklı ve yeterli denetlenme yapmasına ilişkin etkin bir sistem getirilmemiştir. Ayrıca yasalardaki nüfus sınırlamasına bile uymayan her yerde küçük belediyeler kurulmuştur. Su havzalarında, orman kenarında, sulak alanlarda, kıyılarda ve diğer alanlarda kurulan belediyeler seçim yatırımı, ekonomik, sosyal ve teknik nedenlerden dolayı kaçak yapılaşmaya göz yummuşlardır. Hatta kaçak yapılaşmanın hızlı ve etkin bir şekilde olması yönünde yönlendirici bir rol oynamışlardır.
Kanun koyucu konumunda olan merkezi yönetimlerde, yürürlüğe giren kanunlar, bu kanun ve yönetmeliklerde getirdikleri yoruma açık hükümlerle, değişikliklerle kaçak yapılaşmanın önlenmesi konusunda açık ve net bir tutum almamıştır. Yaratılan hukuki boşluklar ile talana ve yağmaya ortak olmuşlardır.
10. Kaçak Yapıların Oluşturduğu Maliyetler Hesaplanmamaktadır
Kaçak yapılar belli bir planlama dahilinde yapılmadığı için bu alanlara teknik ve sosyal altyapı yatırımlarının götürülmesi çok daha büyük maliyetlere mal olmaktadır. Teknik altyapı açısından yüksek maliyetler oluşturacağı için seçilmeyecek alanlar da yerleşim yerleri kurulmaktadır. Yerleşim yerlerinin sağlıksız ve güvenli olmaması da kamuya ciddi yükler getirmektedir. Ayrıca orman, kıyı, sit gibi doğal varlıklara verilen tahribatlar nedeniyle turizm açısından kayıplara neden olunmaktadır. 11. İmar Affı Seçim Yatırımı Olarak Gündeme Getirilmektedir
2004 yılında yapılacak yerel yönetim seçimlerinden önce imar affı çıkarılmak istenmektedir. Amaçlanan işgal edilmiş alanlarda yaşayan kişilere işgal ettikleri arazilerin kendilerine devredileceği ve bir fırsat yaratılacağı yönünde umutlar verilmektedir. Kendilerine güven duygusu verilmek istenmektedir. Özellikle işgalci konumunda bulunan ve kendi seçmen tabanlarını oluşturan kişiler hedeflendiği gibi, diğer kesimlerinde desteğinin alınması öngörülmektedir. 12. Yaşanan Afetlere Karşın İmar Affı Getirilmektedir
17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara Bölgesi'nde meydana gelen ve 17 bin kişinin ölümüne neden olan 7.4 büyüklüğündeki depremden sonra TBMM'de grubu bulunan siyasi partilere mensup milletvekilleri, deprem felaketiyle ilgili alınan ve alınması gereken tedbirler konusunda Meclis Araştırması Açılması için önerge vermişlerdir. 23 Ağustos 1999 tarihinde Genel Kurulu'nda Meclis Araştırması açılmasına karar verilmiş ve 23 Aralık 2000 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmüştür. Komisyon Raporu önerilerinde; gecekondulaşma ve kaçak yapılaşmayı teşvik eden imar affı politikasından vazgeçilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu rapora rağmen bugün imar affı tekrar gündeme gelmiştir.
Afet zararlarının en etkili olduğu alanlar, mekansal planları yapılmadığı için jeolojik açıdan riskli olan yerleşmelerdir. Ayrıca afete yönelik mekansal plan kararların olmaması afet öncesi zararların önlenmesini engellemektedir. Yapıların imar mevzuatına uyulmadan (Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümlerinin yerine getirilmemesi, zemin etüdlerin yapılmaması, Afete Dayanaklı Projelerin Üretilmemesi, inşaatın güvenlik açısından denetlenmemesi, yapının kullanımında afet riskli tadilat ve ilavelerin yapılması vb.) ruhsatsız, ruhsat eklerine yapılması da yapıların olası afetten etkilenmesine neden olmaktadır.
İmar afları ile işgalcilere arsa ve arazilerin devredilmesi, imar mevzuatına aykırı yapılara yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilmesi ile yapıların yasallaştırılması, rant amacıyla yapılaşma hakkı verilmesi, buralarda yaşayan insanların can ve mal güvenliğini hiçe saymak anlamına gelmektedir. Çünkü yapı ruhsatı ve yapı kullanma iznin verilmesi, kentsel planlara ve imar mevzuatına, teknik kurallara uygun olarak yapılaşmış, yani afete dayanıklı yapı olduğu belgelenmiş olmaktadır. Ancak bu belgeler birer (tapu, yapı ruhsatı, yapı kullanma izni) kağıt parçası olmaktan öte bir anlam taşımamış olmaktadır.
KAPSAMLI VE GENEL BİR AF BEKLENTİSİ
Hükümet gündeme getirdiği "imar affı" çalışmalarını kararlıkla sürdürmektedir. Öncelikle kamuya ait arazi ve arsaların devredilmesi, satışı, terk edilmesi, kiraya verilmesi, ayni hak tesis edilmesi ve satılması öngörülmektedir. Bunların gerçekleştirilmesi için Anayasa'da yer alan sosyal devlet ve kamu, toplum yararına ilişkin hükümleri değiştirmektedir. Bunların gerçekleştirilmesi süreci ile birlikte imar mev
TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>