Kadınların yüzyıllardır süren eşitlik ve özgürlük mücadelesinin önemli kilometre taşları vardır. 8 Mart 1857 de böyle bir tarihtir. ABD‘nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları istemiyle başlattığı grev sırasında polisin saldırısı sonucu çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi can vermiş ve bu olaya atfen 2. Enternasyonal‘e bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart‘ın "Internationaler Frauentag" (Dünya Emekçi Kadınlar Günü) olarak anılmasını önermiş ve bu öneri oy birliği ile kabul edilmiştir. Fransız devriminden bu yana dünyanın çeşitli coğrafyalarında kadınlar; eğitim hakkı, seçme ve seçilme hakkı, miras hukuku/medeni kanun, çalışma hayatında eşitlik, kürtaj hakkı, kreş hakkı vb. konularda yılmadan mücadele ettiler ve bugünkü kazanımlara sahip oldular. Yaşamın öznesi olmak için kadınların verdikleri mücadelenin örnekleri yalnızca sınırlarımızın ötesinde görülmez. Ülkemizde de kadınlarımız, Osmanlının son dönemleri, Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana eşit ve özgür bir toplum için çaba gösterdiler. Özellikle 1980‘den sonra gelişen kadın hareketi ile henüz 12 Eylül Askeri darbesinin izlerinin hala silinmediği bir dönemde, gelişen kadın hareketi ile kadınlarımız korkmadan sözlerini, taleplerini, kadının yok sayıldığı bir toplumun devamlılığının olamayacağını meydanlarda, çeşitli platformlarda söylediler. "Kutsal Devlet" ve "Aile, Türk toplumunun temelidir" anlayışı ile hazırlanan 1982 Anayasası dahi toplumun demokrasi, hak ve özgürlük talepleri karşısında birçoğu esaslı olmak üzere onlarca değişiklik geçirdi. Kadın mücadelesinin kararlılığı ve Avrupa Birliği`ne üyelik sürecinin de katkısıyla kadınlar önemli kazanımlar elde etti. Kadınlarımız güçlü bir şekilde "Hayır" dediği ve taleplerinden vazgeçmediği için Türk Ceza Kanunu`nun hayat kadınına tecavüzde ceza indirimini esas alan 438 sayılı maddesi ile Türk Medeni Kanunu`nun kadının çalışmasını kocasının iznine bağlayan 159 sayılı maddesi iptal edilmiştir. Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi`ni 2011 yılından itibaren ülkemizin de arasında bulunduğu 18 ülke imzalamış, ancak ülkemiz dışında onaylayan olmamıştır. Kadınların eşitlik ve adalet taleplerine cevaben 1990`da yılında "Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı" kuruldu, bir yıl sonra Kadın ve Aile Bakanlığı olarak kadını ailenin temel taşı yaparken, 2011 yılında ise kanun hükmünde kararname ile kurulan "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı"na sosyal hizmetler, çocuklar, yaşlı ve engelliler, gaziler, şehitler ve aileye ilişkin birçok görevler verilerek kadın, yeniden devletin gündeminden çıkarılmıştır. Ancak ülkemizin son on yılı sadece kadınlar için değil demokratik kazanımlar bakımından da geriye gittiği, medyanın ve muhalif olan her sesin susturulduğu, güçler ayrılığı ilkesinin berhava edildiği, anayasanın kadük bırakıldığı, kimsenin geleceğinden emin olamadığı, barış söylemlerinin rafa kaldırıldığı, dahası barış isteyen akademisyenlerin işten atıldığı, yüzlerce kişinin terör eylemlerine kurban gittiği, yüzbinlerce kişinin evsiz ve işsiz bırakıldığı bir dönem olarak toplumun büyük kesimleri için de çok zor geçmiştir. Bu dönemde kadınlar, eşitlik ve adalet talepleri en üst makamın ağzından "kadın ve erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir," diye boğulmaya çalışılmış, kadın politikaları ve kadın yeniden "kutsal aile" içine hapsedilmiş, Bakanlığından kadının adı silinmiş; bedeni, tercihleri, özgürlükleri, kürtaj hakkı elinden alınmaya çalışılmış, tartışmaya açılmıştır. Kadının var olmasının en temel zorunluluğu olan "laiklik" ilkesi tartışılır olmuş, eğitimde laiklik ilkesinin belirleyiciliği ortadan kaldırılmıştır. Olağanüstü hal amacını aşarak bazı kadın dernekleri ve inisiyatiflerinin kapatılmasının bahanesi edilmiştir; zaten az sayıda olan kadın belediye başkanları görevden alınmıştır. Bu dönemde kadınların giderek çalışma hayatından koparılmış, esnek ve güvencesiz çalışma ortamları nedeniyle eve yönlendirilmiş, kadına yönelik şiddet tavan yapmıştır. Geçtiğimiz sene iktidar partisinden milletvekillerinin önergesiyle tecavüze uğrayan çocukların tecavüzcüsüyle evlendirilmesinin önünü açacak yasa teklifi olarak akıllarda yer tutan teklifin ve kamuoyunda büyük yankı uyandırdığı, toplumun her kesiminden tepki aldığı için meclisin onayına kadar gelmiş olmasına rağmen kadınların şiddetli tepkisi sonucu geri çekildiğini de unutmamak gereklidir. Şimdi önümüze bir sandık konulmaktadır! 16 Nisan‘da yapılacak referandumda, Dünya`da bir eşi benzeri olmayan Türk Tipi Başkanlık Sistemi olarak kamuoyuna duyurulan anayasa değişikliği ile aklımızı, irademizi, geleceğimizi tek bir adama teslim etmemiz istenmektedir. 16 Nisan‘da oylayacağımız şey, ANAyasa değil, O‘na yasadır. Fiili, kifayetsiz yönetimin yasallaştırılmasıdır. Tek bir adamın nasıl düşünmemiz, neye inanmamız, ne zaman evlenmemiz, kaç çocuk doğurmamız vb. tüm konularda tek söz sahibi olduğu toplum mühendisliğine soyunduğu kadın haklarını 1857`den de önceye sürüklediği yönetim biçimine Cumhuriyet denilemez. Hukuk devletinde OHAL yönetiminin bile belirli koşulları, çerçevesi, sınırı vardır. Sınırı, çerçevesi ve koşulları olması zorunluluk iken, İçinden geçtiğimiz dönem yaşanılan hukuksuzlukların kılıfı OHAL dir. OHAL‘de Kadınlar ne diyecek? Tabii ki HAYIR! Her hal‘de HAYIR! Yetti artık HAYIR! 16 NİSAN‘DA "HAYIR" DEMEK İÇİN SANDIKLARA ! Özgür ve Barıştan Yana Bir Yaşam İçin KADIN, YAŞAM, ÖZGÜRLÜK! JİN, JİYAN, AZADİ! OXORCA , SKADALA. , OXOŞKVA ! ԿԱՆԱՅՔ, ԿՅԱՆՔԻ, ԱԶԱՏՈՒԹՅԱՆ (KİN , KYANK , AZATUT`YUN)! ΥΝΑΊΚΕΣ ΠΟΥ ΖΟΥΝ ΕΛΕΥΘΕΡΊΑ! YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ! |