BASINA VE KAMUOYUNA
15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında parlamento içinde ve dışında yer alan tüm siyasi partilerin yanı sıra tüm toplumsal kesimlerin darbe karşıtı tutum içerisinde olması, darbenin önlenmesi konusunda belirleyici olmuştur. Toplumda ve parlamentoda yaşanan bu geniş birlikteliğe rağmen, Hükümet 20 Temmuz 2016 tarihinde Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etmeyi tercih etmiştir. OHAL ilanı sonrasında ise, Sayın Başbakan Binali Yıldırım tarafından yapılan "Biz OHAL`i kendimize ilan ediyoruz, vatandaşa değil" açıklaması önemsenmiştir. Ancak OHAL ilanı üzerinden geçen 103 günün ardından ülkenin yaşadığı mevcut tabloya bakıldığında, ilan edilen OHAL`in siyasi bir fırsatçılığa dönüştürüldüğü ve tüm anti-demokratik ve hukuk dışı pek çok uygulamanın hayata geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir. OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK), Türkiye`de demokratik ve hukuk yaşamının temellerini sarsacak ağır insan hakları ihlallerine yol açan kararlar ve pratikler gerçekleşmiştir. Siyasal iktidarla aynı görüşü paylaşmayan, eleştirel yaklaşan geniş bir muhalif kesim hedef tahtasına konulurken, basın özgürlüğü başta olmak üzere emekçilere, işçilere, toplumsal muhalefete adeta bedel ödetmektedir.
Cumhurbaşkanı ve siyasi iktidar organlarının, ilan edilen OHAL`in amacının, askeri darbe teşebbüsünde bulunan Cemaat yapılanmasıyla mücadele etmek olduğuna ilişkin yapılan açıklamaların aksine, OHAL uygulamalarıyla toplumsal muhalif kesimlerin yanı sıra Kürt siyasi hareketinin kazanımlarına yönelik bir müdahale bulunduğu görülmektedir.
25`i DBP`li Belediyeler olmak üzere bu güne değin 29 belediyeye hukuk dışı bir biçimde kayyım atanması, atanan kayyımlarla birlikte belediye bünyesinde faaliyet gösteren pek çok eğitim ve kültür kurumunun kapısına kilit vurulması, halk iradesinin ipotek altına alınmaya çalışıldığını açıkça göstermektedir. Her fırsatta sandığı işaret eden, ancak kayyım uygulaması ile sandıktan çıkan iradeyi tanımayan siyasal iktidar zihniyeti, kendisi ile çelişmektedir. Bu duruma kaba tabirle; sandıktan alamadığına, zorbalıkla el koymak denir. Bu durumun da demokrasilerde bir yeri olmadığı gibi, hukukla da bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş başkanları Sayın Gültan Kışanak ile Sayın Fırat Anlı`nın gözaltına alınmasını ve tutuklanmasını da bu çevrede değerlendirdiğimizi, yine bu durumun halkın siyasi tercih ve iradesine yönelik politik bir müdahale olarak gördüğümüzü ifade etmek isteriz. Yani Büyükşehir belediyesine yönelik olası bir kayyım atamasının planlandığı ve bu yönde hazırlıkların bir parçası olduğuna yönelik bir izlenim taşıdığımızı açık bir şekilde ifade etmek isteriz.
Eş başkanların gözaltına alındığı 25 Ekim 2016 tarihinden bu yana, yaşananlara yönelik tepkilerini göstermek amacıyla belediye binası önünde şiddet içermeyen bir şekilde protesto gösterisinde bulunan yurttaşlara yönelik, kolluk kuvvetlerinin haksız ve sert bir müdahalede bulunması, anayasada tanımlanan ifade ve gösteri hakkının ne şekilde ihlal edildiğini ortaya koymaktadır. Yine yurttaşların gözaltına alınması, günlerce avukat görüşü hakkında mahrum bırakılması ve aradan günler geçmesine rağmen henüz ifadelerinin dahi alınmamış olması, haksız uygulamanın bir yönüne işaret ederken, karşılaşılan durumun anti-demokratik şekline işaret etmektedir.
Ayrıca protesto gösterilerinin başladığı 25 Ekim tarihinden bu yana, ilkin kentte daha sonra bölgede bulunan kentlerin neredeyse tamamında sabit hat ve mobil internet şebekelerinde kesintiler yapılmıştır. Yaklaşık 5 gün boyunca kesilen ve ancak gün içerisinde bir iki saatle sınırlandırılan internet hizmetine ilişkin kesintiler, haberleşme ve iletişim özgürlüğüne yönelik insan hakları ihlallerine yol açarken, kent yaşamında insani ve temel ihtiyaçların teknolojik araçlarla sağlandığı Sağlık ve eğitim gibi konularda mağduriyetlerin meydana gelmesine neden olmuştur.
Yine anılan günlerde, belediye binasının kolluk güçleri tarafından abluka altına alınması, giriş ve çıkışlara kapatılması, belediye hizmetlerinin kentte yaşayan yurttaşlara ulaştırılmasında aksaklıklara yol açmıştır. Yurttaşların resmi işlemlerini gerçekleştirdiği belediye binasında ise, hizmete erişim engellenmiştir. Öte yandan ana akım medyada tartışma konusu haline gelen kentteki çöplerin toplanması durumuna yönelik ise, belediye yetkililerinden alınan bilgilere göre, çöp toplama araçlarının çalışmasına Valilikçe izin verilmediğini, toplu taşıma araçlarının hizmet vermemesinin de benzer bir durumdan kaynaklandığı ifade edilmektedir. Ancak Valilik tarafından, aksi yönde bir açıklamada bulunulmuştur. Gerçek şu ki, kent yaşamı şu anda biriken çöpler nedeniyle ciddi bir sağlık sorununa yol açmaktadır. Konunun Valilik ve belediye yetkilileri tarafından acil müzakere edilerek giderilmesine yönelik bir çabanın gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz. Yine bu konuda talebimiz açık ve nettir: Kolluk kuvvetlerinin belediye binasında ve eklentilerinde oluşturduğu ablukaya son vermeli, Diyarbakır Valiliği ise hizmet akışının sağlanmasında kolaylaştırıcı bir tutum içerisinde olmalıdır.
Ayrıca ana akım medyada, çöp birikintilerinin sorumlusu olarak belediyenin gösterilmesi ise, etik basın ilkelerine aykırı bulduğumuzu, maksatlı ve taraflı bulduğumuzu ifade etmek isteriz.
Bir başka değinmek istediğimiz konu ise, KHK ile aralarında DİHA, JİNHA ve Azadiya Welat gibi basın kuruluşlarının da bulunduğu, muhalif yayın anlayışına sahip 2 Haber Ajansı, 10 Gazete ve 3 derginin kapatılması, yine Cumhuriyet Gazetesine yönelik toplu gözaltı kararının çıkarılması, basın özgürlüğüne yönelik baskı ve sansürün ulaştığı boyutu gözler önüne sermektedir. Unutulmamalıdır ki cezalandırılan sadece kapatılan TV-Radyolar, Gazeteler, Ajanslar, dergiler değil; aynı zamanda cezalandırılan izleyici, dinleyici ve okuyuculardır. Yine kapatılan medya organlarının, toplumsal yaşamımızdaki kimliksel ve kültürel çeşitliliğe odaklanan yayınlar yapmış olmaları dikkate alındığında, farklı kimlik, kültür ve inançlara yönelik tahammülsüzlüğün ve ötekileştirmeye yönelik yaklaşım olduğu görülecektir.
Basın organlarının susturulmaya çalışılmasının farklı bir yorumu ise şudur; hukuksuzluklar, anti-demokratik uygulamalar, ülkede derinleşen savaş ve çatışmalı ortam GÖRÜLMESİN, DUYULMASIN`dır.
Sürekli gerilim ve çatışma siyaseti üzerinden hareket eden, demokrasiyi sadece kendisi gibi düşünenler için hak gören, halkın iradesiyle seçilmiş belediye başkanlarını keyfi olarak gözaltına alıp ve sonra tutuklayan bir zihniyetin ülke demokrasisi açısından ne kadar büyük bir tehdit olduğu açıktır.
Bilinmelidir ki, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Sayın Gültan Kışanak ile Sayın Fırat Anlı`nın ve Batman Eski Milletvekili Ayla Akat Ata`nın tutuklanmaları, sadece Diyarbakır halkının iradesine bir darbe değildir. Türkiye`de demokrasiden, barıştan ve emekten yana olan herkese verilmiş bir gözdağıdır.
Bizler sivil toplum örgütleri olarak; halkın siyasi tercihine ve iradesine yönelik politik bir müdahale olarak değerlendirdiğimiz ve demokratik muhalefeti susturmaya yönelik hedefin bir parçası olarak gördüğümüz bu uygulamaya derhal son verilmesini, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Sayın Gültan Kışanak ile Sayın Fırat Anlı`nın, Batman Eski Milletvekili Sayın Ayla Akat Ata`nın, HDP ve DBP İl ve İlçe Yöneticilerinin ve protesto gösterileri sırasında alınarak hala gözaltına tutulan yurttaşların derhal serbest bırakılmalarının talep ediliyoruz.