ULUSAL DEPREM STRATEJİSİ VE EYLEM PLANI 2012-2023 TASLAK METNİ HAKKINDAKİ TMMOB ŞEHİR PLANCILARI ODASI AFET VE RİSK KOMİSYONU GÖRÜŞÜ
Bir strateji belgesinin öncelikle güncel durumu değerlendirerek, neleri yanlış gördüğünü açıklaması, bunlar karşısında hangi temel felsefeye bağlanarak, geniş bir ufukta neleri değiştirme gereğini duyduğunu açıklaması beklenir. Bir strateji belgesi, mevcut durumun sürdürülmesini değil, hangi köklü değişikliklerin zorunlu görüldüğünün açıklamasını yapma yükümlülüğündedir. Eldeki taslak, bu anlamda zayıf bir metindir.
Söz konusu metnin hazırlanmasında katkı verdiği belirtilen komisyonlarda, ‘Alt Komisyon`da ve ‘Deprem Danışma Kurulu`nda yer alan isimlerin nasıl belirlendikleri açık değildir. Bu istihdamın, geçmişte TÜBİTAK bünyesinde hizmet vermiş olan Ulusal Deprem Konseyi üyelerinin seçiminde başvurulmuş olan bilimsel liyakat ölçütlerine dayanmadığı anlaşılmaktadır. Üniversitelerden kimi isimler yer almış olmakla birlikte, bu seçimlerin ağırlıklı olarak bürokratik değerlendirmelere bağlı kaldığı yargısına varılmaktadır.
Bu komisyonlardan "Deprem Sakınım Planları" başlıklı 3. komisyonda komisyon üyelerimizden Prof. Dr. Murat Balamir`in isminin de bulunmasına karşılık, şahsen herhangi bir toplantıya davet edilmemiştir. Kendisinden herhangi bir katkı ya da görüş istenmemiştir.
Taslak metne ilişkin değerlendirmemiz aşağıda yer almaktadır.
1. Taslağın hazırlanmasında katkıda bulunan meslek gruplarının ağırlıklı olarak yer bilimcileri ve mühendislerden oluştuğu görülmektedir. Buna bağlı olarak, önerilen ARGE eylem alanları da, bir ulusal strateji belgesinde yer alması gereken konuların belki yalnızca %50`sini kapsamaktadır. Oysa deprem konusunda bir ulusal stratejinin hazırlanması, bu mesleklerin katıldığı oranlarda sosyal bilimcileri ve plancıları gerektirir. Bir ‘strateji` geliştirme, özelikle planlama meslek dalının deneyim ve becerilerine ihtiyaç duyacağı gibi, bunu hazırlayan grubun yeterlikleri, önerilerin toplumsal kabul görmesi ve uygulamada başarı sağlaması konularında plancı ve sosyal bilimcilerin katkılarına muhtaçtır. Taslaktaki durum bu dar kapsamı göstermekte iken, "çok disiplinli" bir çalışma yapıldığı iddiası, taslağın inandırıcılığını zayıflatmaktadır.
2. Söz konusu taslak, bu kapsamda Türkiye`de kendisinden önce başka hiçbir çalışma yapılmadığını varsaymaktadır. Taslak, Ulusal Deprem Konseyi Strateji Raporu`nu, BİB Deprem Şurası Raporunu, Türkiye İktisat Kongresi Raporlarını, BİB Kentleşme Şurası Raporlarını, TBMM Özel Komisyon Raporlarını, Sayıştay Raporlarını, KENTGES raporunu ve benzer içerikteki sayısız resmi araştırma raporlarını tanımamaktadır. Hepsi yakın dönemin çabaları olan bu raporlar değerlendirilmeksizin, farklı bakış açılarını gözden geçirilmeksizin ‘ulusal strateji` ve araştırma (AR-GE) öncelikleri belirlemenin bilimsel ve meşru bir zemini oluşabilir mi?
Bu yakın tarih belleklerde taze iken ve komisyon üyelerinin büyük bir bölümünün bunların çoğunda yer almış olmasına karşın, çalışmanın bir ‘ilk` olduğu iddiası (sayfa 1) ise, ancak şaşırtıcı bulunmalıdır.
3. Ulusal ortamda üretilmiş olanları görmezden gelen anlayış, doğaldır ki uluslararası alanda yakın geçmiş ve güncel gelişmelerden de bilgilenmeyi ve yararlanmayı gereksiz bulmaktadır. Oysa, günümüzde özellikle doğal afetler politikasına ilişkin BM öncülüğündeki yeni politikadan esinlenecek çok yönlü düşünce, yöntem ve eylem kaynakları sözkonusudur. Türkiye`nin kavramsal, kurumsal, yasal ve eylemsel açılardan uluslararası yeni yaklaşımlara özellikle gereksinmesi bulunmakta, bu alandaki uluslararası performansı çok zayıf bir profil çizmektedir.
4. Çok sayıda katkı sahibi bulunan bir raporun kavram ve dil kargaşasına sahip olması anlayışla karşılanabilir. Bunun giderilmesinde bir ‘derleyen`, ya da komisyon çalıştı ise, pek çok kusurun artık ortadan kalkmış olması beklenir. Ne yazık ki metin, henüz ciddi kavramsal karışıklıklar ve dil yanlışları taşımaktadır. Bunların bir bölümünü örneklemek gerekirse:
à Türkçe`nin taşımakta zorlandığı ‘zarar azaltma` teriminin hala ‘risk azaltma` kavramı yerine kullanılmakta oluşu; bunların rapor kapsamında zaman zaman birbiri yerine geçmesi, bu alanda öncelikli bir ARGE çalışmasının dil konusunda yapılması gereğini tanımlamaktadır (bakınız: Ek-A). Ancak bu çalışmanın, C1.1.1. bölümünde değinildiği gibi yöneticilerin yer aldığı ve oy verdiği bir çalıştay ile değil, dil uzmanları ve ilgili bilim insanlarından oluşan bir küçük komisyon marifetiyle gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.
à Bunun gibi, ‘deprem duyarlı yerleşim` tamlaması (sayfa 14-15) Türkçe`de depremden kolay ve en fazla etkilenen yerleşim anlamına gelir. Burada kastedilen ise, ‘depreme dirençli yerleşim` olsa gerektir. Metinde aynı zamanda ‘deprem güvenli` (sayfa 16) tamlaması da kullanılmaktadır. Tutarlık adına bu ikincinin kullanılması doğru olacaktır.
à Bir başka örnek, ‘kritik yerleşim` tamlamasında görülmektedir. Burada kastedilen ‘yüksek riskli yerleşim` olmalıdır. Oysa, risk yazını ve söyleminde, herhangi bir sistem ya da şebekede yer alan bir ‘kritik` eleman, devreden çıkmakla tüm sistemi işlemez duruma getirebilecek özelliklere sahip eleman anlamındadır.
à Planlama alanında yeterli katkı alamamış olan taslakta, plan türlerine ilişkin tanımlarda da bir karmaşa gözlenmektedir. Bir yerde ‘zarar azaltma planı` olarak tanımlanan etkinliğe, başka bir yerde ‘sakınım planı`, daha başka bir yerde ise ‘risk azaltım planı`, ‘strateji planı` ya da ‘senaryo` denilmektedir. Afetler politikası alanında başvurulan plan türleri amaçları, içerikleri ve yöntemleri ve gerektirdiği uzmanlıklar açılarından büyük farklılıklar gösterir. Bu ayrımlar ve planları hazırlayacak uzmanlıklar arasındaki sorumluluklar açık biçimde yapılmadıkça, doğru deprem stratejisi kurulamaz (bakınız: Ek-B).
5. Hedef A.2. Tehlike Haritaları ile ilgili giriş metninde (sayfa 12) ‘riski tamamen ortadan kaldıracak` yaklaşım modellerinden söz edilmektedir. Bu bölümde, tehlike bilgi ve haritalarının hazırlanması çalışmaları ile risk belirleme çalışmalarının ayrı uzmanlık konuları olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir.
6. Eylem A.2.1.6.-7, Eylem A.2.2.1.-4 maddelerinin plancılardan bağımsız yazıldığı açıktır. Burada yer alan çok sayıda yanlış arasında önem verilmesi gereken, her ölçekteki mekansal planda benzer tehlike (‘mikrobölgeleme`) haritalarının içerikten bağımsız, aynı yöntemle uygulanabileceği varsayımıdır.
7. ‘Deprem Güvenli Yerleşme` başlıklı hedef (B.1) kapsamında öngörülenler, yerleşim risk özelliklerini bütünüyle göz ardı etmekte ve yerleşmelerdeki riski yalnızca yapı (ve altyapı) sağlamlık derecesinin bir işlevi olarak tanımlamaktadır. Bu anlayış, yerleşim birimlerinin mekansal biçimlenmesi, hizmetlerin ve nüfusun dağılımını, kentsel kullanımlar arası işlevsel ve ekonomik ilişkilerin dinamik yapısını tanımamaktadır. Kentlerin yapı stoku dışında çok sayıda ‘risk sektörü` bulunmakta, bu sektörlerdeki aktörlerin ve etkileşimlerinin, mekansal işleyişlerinin riskleri büyüten katkıları bulunmaktadır.
8. Uluslararası yeni afetler politikasının ön plana aldığı ‘kentsel riskler` konusunda, yer bilimsel ve mühendislik konvansiyonel anlayışları ötesinde, kentsel yönetim biçimlerini, toplumsal süreçleri ve katılımı kapsanmakta ve uluslararası bir kampanya aracılığıyla uygulamaları yönlendirme çabaları sürdürülmektedir. Bu açıdan, yalnızca B.1. ve B.2. hedefleriyle belirlenmiş bulunan bu bölümün, yine depremlere ilişkin olarak belki B.10. hedefine kadar uzatılmasına yol açacak bir içerik zenginliğine konu olduğu önemle vurgulanmalıdır. Bu alan doğaldır ki, sosyal bilimciler ve plancılar marifetiyle tanımlanan hedefler ve eylemleri gerektirmektedir.
9. Eylem B.1.7.2.-4 kapsamında belirlenenlerin meslek odaları ile birlikte ele alınması zorunludur.
10. Tarih ve kültür mirasının korunmasına ilişkin B.2. hedefi kapsamında gözden kaçırılmaması gereken bir konu, özellikle İstanbul büyükşehirinde kıyı alanlarında yer alan ve tsunami tehlikesine korunmasız tarih ve kültür mirasıdır. Bu kıyı şeritlerinin özel bir rejim altında planlanması ve söz konusu değerler için özel plan uygulamalarına başvurulması ve bunun için kimi ilkeler ve ölçütler geliştirilmesi gereği vardır.
11. Hedef C.1. kapsamında dile getirilenler, güncel uluslararası anlayışlardan en uzak duran özellikleri taşımaktadır. Yaygın uluslararası anlayış, afetlere ilişkin karar ve önlemler almada başvurulması gereken yönetim biçiminin, yöneticilerin aktif/yönetilenlerin pasif kaldığı bir model ile değil, tarafların ortak sorumluluk üstlendikleri bir temele dayandırılması gerektiğini belirlemektedir. Bu sorumluluklar, temsili demokrasi yöntem ve esasları ile başedilemez. Sorumlulukların paylaşılması, ancak katılımlı demokrasi süreçleri ile gercekleşebilir görülmekte ve uluslararsı kuruluşlarca bu yaklaşım özendirilip uygulanmaktadır.
12. Hedef C.2. kapsamında mevzuat düzenlemeleri konularında öngörülenlerin 1997 yılından bu yana yapılan sayısız çalışmayı yok saydığı görülmektedir. C.2.1.2. eyleminde dile getirilen ‘kentsel dönüşüm yasası` önerisi ise, konuyu indirgeyici bir anlayış sergilemektedir. Mevzuat düzenleme çalışmaları, yalnızca yeni düzenlemeleri değil, mevcut düzenlemelerdeki çok sayıda yanlışın giderilmesi çabalarını da kapsamalıdır.
13. Eylem C.2.2.1. kapsamında ‘Ulusal Afet Stratejisi ve Eylem Planı` hazırlanması için ‘platform ve alt komisyonlar` kurulması önerisi şaşırtıcıdır. Öncelikle, önerilen ‘strateji planı` ile bu strateji taslağı arasında hangi bağlantılar kurulabileceği açık değildir. İkinci olarak, burada ‘ulusal afet stratejisi ve eylem planı` hazırlanması için görevlendirilmesi öngörülen geçici kurulun adına neden ‘platform` denildiği açık değildir. Uluslararası yeni afetler politikasında ‘platform` sözcüğü özel bir anlam taşımaktadır. Herşeyden önce ulusal ve yerel platformlar küresel bir etkinliğin yapı taşlarıdır. Bu kuruluşlar, toplumun her kesiminin temsilcilerinden oluşan, risklerin belirlenmesi ve azaltılması çalışmalarında karar erkine sahip, sürekli varlık gösteren, yukarıda değinilen ‘katılımlı demokrasi` uygulamasının başlıca aktörleridir. Bu yaklaşım, başlı başına bir düzenleme gerektirir. Bu açıdan C.2.2.1. kapsamında bu kavrama yer yoktur.
14. Eylem C.2.4.1. kapsamında Zorunlu Deprem Sigortası`nın yaygınlaştırılması önerilmektedir. Burada dile getirilmemiş bulunan konu, yaygınlaştırabilmenin bir yönteminin de sigortanın, deprem sonrası yara sarmak yanısıra, deprem riskinin azaltımasında bir araç kimliğine kavuşturulması olduğudur.
15. Eylem C.2.5.2. kapsamında öngörülen, ‘afetler için ayrılan finansal kaynaklar` konusunda dünya deneyimine başvurma çabası yerinde görülebilir. Ancak anlaşılması zor olan, aynı yaklaşıma deprem stratejisinin bütününün kurulmasında neden başvurulmadığıdır.
EK-A: "AKLA ZARAR"
Afet yönetimi alanında Türkiye`de gelişigüzel bir biçimde kullanılan "afet zararlarının azaltılması" teriminin, amaçlananların dışında yanlış anlamalara yol açtığı görülmektedir. Bu terimin Türkçe‘de düşünülmeden belki de acele ile ve yanlışlıkla, İngilizce`deki "mitigation" sözcüğüne karşılık olmak üzere yakıştırıldığı ve zamanla yerine daha doğru anlamı verecek bir sözcüğün bulunamadığı anlaşılmaktadır.
1. ‘Zarar` bir tehlikenin gerçekleşmesi ile beliren durumu anlatır. Bir mantık dili olan Türkçe‘de ‘zarar azaltma‘ terimi, ancak olay sonrasında ortaya çıkan kayıpları gidermek (telafi etmek, tazmin etmek) çabalarını ve bu gerçekleşmiş (‘reel‘) durumu hafifletmek girişimlerini tanımlayabilir; yani bu terim ancak afet sonrasında girişilen ‘yara sarma` işlerini anlatmak için kullanılabilir;
2. Oysa öngörülen bir tehlike ya da afet öncesinde alınan önlemleri ve etkinlikleri kastediyorsak, yani "olası kayıpları önlemek" anlamında kullanıyorsak, doğru terimin yalnızca ‘risklerin azaltılması‘ olması gerekir; Zarar ortaya çıkan sonuçtur; Ortaya çıkmadan önce yapılan girişimler, risklerin azaltılması çabalarıdır; Uluslararası yeni afetler politikası söyleminde kullanılan terim de, ‘DRR` yani ‘Disaster Risk Reduction` tamlamasıdır.
Eğer ‘mitigation‘ sözcüğüne Türkçe`de tek sözcük ile karşılık bulamıyorsak çeviremiyorsak, ‘risklerin azaltılması‘ terimine başvurmalıyız.
3. Öte yandan, afet öncesi alınan her türlü önlem için Türkçe‘de başka dillerde olmayan ve duruma çok daha uygun düşen bir kavram var; ‘Sakınım` (eski dilde ‘temkin‘); Bunun ‘sakınım stratejisi`, ‘sakınım ilkeleri`, ‘sakınım planı`, ‘sakınım projesi`, ‘sakınım uygulaması` gibi kullanımları bulunabileceği ve bu tutumun Türkçe`yi zenginleştireceği anlaşılmalıdır.
4. Afetlere ilişkin etkinliklerin, önlemlerin ve risk azaltma yatırımlarının, olağan iş ve piyasa dünyası ölçütleri ve kavramlarıyla bağlantıları yoktur. Çünkü bu "risk azaltma" (sakınım) ortamında yapılan yatırımlar ile, gelecekte elde edilecek bir somut getiri değil, meydana gelmesini önlediğimiz bir durum ya da kayıp söz konusudur. İlgili uluslararası afetler söyleminde, piyasa söyleminin ‘yatırım karlılığı` kavramı, ya da ‘maliyet-yarar` değerlendirmeleri değil, risk azaltma önlemlerinde ‘etkililik` ölçütü kullanılmaktadır. Bu nedenle afetlere ilişkin açıklamalarda "kar-zarar" gibi piyasa ilişkileri kavramları ve söyleminden özellikle uzak durmak gerekir.
EK-B: Afetler Alanında Planlama Etkinlik Türleri
Afetlere ilişkin farklı ortam ve koşullar, farklı planlama kapsam, yöntem ve araçlar gerektirir. Bunları genelde dört ayrı kategoride düşünmek olanaklıdır.
(a) İyileştirme (‘yara sarma`) Planlaması (Reconstruction Planning)
Afet ve kriz sonrasında ortaya çıkan koşulları ve iyileştirme olanaklarını göz önüne alarak hazırlanan, fiziki, ekonomik ve sosyal boyutları ile bütünlük kazandırılması hedeflenen müdahale planıdır. Tekrarlanması olası tehlikeye karşı konumsal değişiklikler, daha güvenli çevreler ve yapılaşma, toplumsal dirençlilik kazanma, kayıplara uğramış olanlara yardım ve tazminatların sağlanması bu planlamanın başlıca hedefleridir.
(b) Acil Durum Planlaması (Emergency Preparedness/Contingency Planning)
Olası acil durum ya da kriz koşullarında uygulanmak üzere hazırlanan, farklı konularda ivedilik taşıyan eylemlerin ve sorumlulukların belirlendiği planlardır. Bu planlarda en olası ve en ekstrem senaryolar için gerekecek arama-kurtarma, acil yardım, ulaştırma-haberleşme, sağlık ve barındırma hizmetlerinin hızlı ve etkin biçimde sağlanması ana hedeftir. Bunun için gerekli işgücü, işbölümü, makina-teçhizat, depolama, mekansal düzenlemelerin optimizasyonu sağlanır.
(c) Sakınım Planlaması (Mitigation Planning)
Herhangi bir coğrafi birim, bölge, ya da yerleşim alanı için, farklı risk sektörlerinin ve ilgili tarafların belirlenerek, risklerin ve olası kayıpların azaltılması amacıyla hazırlanan, mekansal, fiziki, ekonomik ve sosyal boyutları ile uygulama sorumlularını, uygulama bütçe ve takvimini açıklayan, katılımlı bir süreç ile hazırlanan plan türüdür. Sakınım planı kararları, bir bölümü ile doğrudan imar ve yapılaşma planlarına girdi oluşturur. Bu planlar, tehlikelerin gerçekleşme zamanından bağımsız olarak hazırlanır.
(d) Dirençli Toplum Planlaması (Resilience Planning)
Bu planlama girişimi, genellikle ulusal düzeyde başlatılan, sürdürülebilir bir güvenlik ve toplumsal dirençlilik için en etkili örgütlenme ve işbölümünü, kurumsal yapılanmayı ve yasal düzenlemeleri uzun dönemli bir perspektif içinde değiştirme/geliştirme hedefini güder. Geniş bir ufukta yapılan değerlendirmeler ışığında, kurulacak bir yeni strateji uyarınca, topluma bir yeni makro yapı kazandırılması için gerekli uygulamalar belirlenir.