Gölcük Depreminin 25. Yılı:
İhtiyacımız Olan Boş Vaatler Değil, Ortak Aklın ve Bilimin Yol Göstericiliği
Bugün, ülke tarihimizin gördüğü en büyük depremlerden biri olan 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin 25. yıldönümünde, afetlerin doğurduğu büyük acıları bir kez daha hatırlıyor ve Türkiye`de güvenli, dirençli ve sağlıklı yaşam alanları için gereken adımların neden atılmadığını sorguluyoruz.
Marmara depremlerinin ardından yaşanan 2011 Van, 2019 İstanbul, 2020 Elazığ ve İzmir depremleri, yeni felaketlerin kapımızda olduğunu defalarca hatırlattı. Ancak bu afetlerle gelen uyarılar göz ardı edilerek, bilimsel dayanağı olmayan, toplum yararını hiçe sayan, rant odaklı planlama ve kentleşme politikaları sürdürüldü. Sürekli değişen yönetmelikler ve parçacıl planlama pratikleri ile yüksek emsal artışı karşılığında yapılan kentsel dönüşüm projeleri; jeolojik açıdan uygun olmayan alanlarda yüksek katlı yapılaşma izinlerinin ve uygulamalarının altyapısı oluşturuldu. Eski yapı stokunun yenilenmesi ve güçlendirilmesi yerine dere yatakları, mera alanları, orman alanları, koruma alanları ve hatta deprem toplanma alanları ayrıcalıklı imar hakları ile yapılaşmaya açıldı. İmar affı gibi uygulamalarla kuralsız-kontrolsüz yapılaşma devlet eliyle yasallaştırıldı ve yapı denetim sistemi zayıflatıldı. Türkiye`nin birçok ilinin deprem riski altında olmasına rağmen, bu politikalarla kentlerimiz her geçen gün daha da artan tehlikelerle karşı karşıya kaldı, doğa olayları sık sık afete dönüştü, can ve mal kayıpları yaşandı.
Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat 2023 depremleri ise, ülkemizin kentleşme politikalarının sorunlarını ve depreme ne denli hazırlıksız olduğunu acı bir şekilde ortaya koydu. Bu felaketin ardından başlatılan yeniden yapılaşma süreçlerinde, bilimsel ve etik ilkeler göz ardı edildi; yerel yönetimler ve toplum dışlandı, tüm yetkiler merkezi otoriteye ve TOKİ`ye devredildi. Sayılara indirgenmiş konut ve yapılaşma vaatleri ile kentlerimiz parsel parsel projelendirilirken, toplum odaklı katılımcı süreçler hiçe sayıldı. Kentlerin tüm tarihsel ve kültürel birikimi silindi. Barınma hakkı, sağlıklı ve güvenli çevre hakkı, eğitim ve sağlık hizmetleri ise geri plana itildi.
Biliyoruz ki, Türkiye`nin ihtiyacı olan şey, boş vaatler değil, ortak akıl ve bilimin yol göstericiliğidir. Deprem gerçeğiyle yüzleşmek ve gereken önlemleri almak ertelenemez bir sorumluluktur. Sağlıklı, güvenli ve dayanıklı yaşam alanlarının aklın ve bilimin öncülüğünde planlanarak, temel barınma ve yaşam hakkının öncelenmesi ve toplumsal güven oluşturulması deprem bölgelerinin en önemli ihtiyacıdır. Yapısal güvenlik standartlarının sıkı bir şekilde uygulanması, mevcut yapı stokunun güçlendirilmesi ve kentsel dönüşüm projelerinin bilimsel ilkeler ışığında ve hakça hayata geçirilmesi şarttır. Bu süreçlerde yerel yönetimlerin ve toplumun aktif olarak yer alması, süreçlerin şeffaf olarak kamuoyu ile paylaşılması dirençli ve güvenli şehirler inşa edebilmek için vazgeçilmezdir.
17 Ağustos Gölcük depremi, yalnızca Marmara bölgesini değil, tüm Türkiye‘yi derinden sarsan can kayıpları ve ağır sosyo-ekonomik sonuçlar doğurmuştur. Bugün, depremden çeyrek asır sonra, olası afetlerin çok daha yıkıcı etkiler yaratabileceği korkusuyla karşı karşıyayız. Benzer acıların, hataların ve ihmallerin bir kez daha yaşanmaması için tüm yetkilileri ve halkımızı uyarıyoruz: Artık bilimin ve ortak aklın rehberliğinde, kararlılıkla harekete geçme zamanı. Geçmişten ders alarak, bilim ve teknik rehberliğinde güvenli bir gelecek inşa etmeliyiz. Türkiye`nin geleceği, yasalarla güvence altına alınmış önlemler, titiz uygulamalar ve etkin denetimlerle sağlanabilir. Bu süreçte, şehir plancıları olarak tüm kurumlarla iş birliğine hazır olduğumuzu ve mesleki sorumluluğumuzun bilinciyle hareket edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.