ÖNCELIK YIKIM DEĞIL, GÜÇLENDIREREK KORUMA
VE YAŞATMA OLMALIDIR
Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu`nun 27.12.2023 tarihli toplantısında 2878 Sayı numarası ile görüşülen "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Güçlendirilmesi İlke Kararı" 13 Ocak 2024 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Ülkemizin yüksek deprem riski göz önünde bulundurulduğunda taşınmaz kültür varlıklarının deprem ve diğer olası afetler karşısında direncinin arttırılması önemli bir gereksinimdir. 6 Şubat 2023 depreminde yaşanan kültür varlığı kayıpları, Antakya gibi kadim bir tarihsel yerleşmenin yerle bir olması, bu gereksinimin aciliyetini gözler önüne sermiş durumdadır.
2878 Sayılı "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının Güçlendirilmesi İlke Kararı", başlığı çerçevesinde değerlendirildiğinde, bu önemli soruna çare olmak amacıyla yürürlüğe konulduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte kararın içeriğinde uluslararası alanda çevrelenen tarihsel yapı ve çevrelerin koruma kararlarına ilişkin ilke ve yaklaşımlarla çelişen yönlerinin olduğu görülmektedir. İlke kararı bilimsel raporlar sonucunda güçlendirmenin mümkün olamayacağı taşınmaz kültür varlıklarının yıktırılarak, rekonstrüksiyon (yeniden yapma) yaklaşımına konu olmaları yönünde bir içerik taşımaktadır. Oysa taşınmaz kültür varlıklarının yıkımdan korunmaları ve sürdürülmelerinin sağlanması esastır, koruma süreçlerinin temelini oluşturan 1964 tarihli Venedik Tüzüğü ve ICOMOS Tüzükleri; mevcut yapı malzemesi, taşıyıcı sistemler, cephe özellikleri, bezemeler vb. özgün niteliklerinin onarım süreçlerinde özel tekniklerle korunmasını öngörmektedir. Çünkü taşınmaz kültür varlıklarının yalnızca konum ve görünümlerinin değil, strüktür, sıva, boya, bezeme vb. tüm mimari öğelerinde kullanılan özgün yapım teknikleri ve malzemelerin bilgisi değerlidir. Özellikle coğrafi ve iklimsel duyarlılıklarımızı kaybettiğimiz mekansal planlama süreçlerinde bu bilgilerin korunması ve gelecek nesillere aktarılması önem taşımaktadır. Yeniden yapım süreçleri yapıda koruma değerleri açısından da ciddi kayıplara yol açabilmekte, en önemlisi yerin ruhunun ve özgün kimliğinin kaybolmasına neden olabilmektedir. Bu bağlamda yıkım ve yeniden yapma yaklaşımları koruma sürecinde en çok kaçınılan yaklaşımları oluştururken, ilke kararının bu yaklaşımların önünü açması önemli bir sorun olarak karşımızdadır. Mühendislik tekniklerinin oldukça gelişmiş olduğu günümüzde, tarihi yapıların mutlaka tüm teknolojik yöntemler kullanılarak güçlendirilmesi gerekmektedir. Yıkım ve bir imitasyon yaratma sürecinden mümkün olduğunca kaçınılmalı, yapıların güçlendirilerek yaşatılmaları sağlanmalıdır.
Risk taşıyan arkeolojik alanlarda da antik dönem yapılarının güçlendirilmesi yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Bununla birlikte uluslararası tüzükler, arkeolojik alanlarda topyekün onarımlardan kaçınılması ancak var olan parçalarla tamamlama yaklaşımlarının geliştirilmesini önermektedirler. Bu çerçevede arkeolojik alanlarda mevcut durumun korunmasına yönelik güçlendirme çalışmaları yapılmalı, yıkım ve yeniden yapımlardan kesinlikle uzak durulmalıdır.
Ülkemiz taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve sürdürülmesi için afet risklerinin gözetilmesi, dirençliliklerinin arttırılması çok önemli bir husustur. Bu hususta atılması gereken ilk ve en önemli adım; detaylı belgeleme ve risk tespit çalışmalarının Kültür ve Turizm Bakanlığı`nca başlatılması ve tespitler sonucunda gerekli onarım ve güçlendirmelerin ivedilikle yapılması olmalıdır. Oysa söz konusu ilke kararı tarihi yapılara müdahalelerde, hassasiyet gerektiren onarım ve güçlendirme çalışmaları yerine, kolaycı yaklaşımlar olan yıkım ve yerinden yapım yaklaşımlarının seçilmesini teşvik edici bir içerik taşıma riskini ortaya çıkarmaktadır. Bu risk çerçevesinde, kültür varlıklarının korunması sürecinde yıkım ve yeniden yapım süreçlerinden kaçınılması gerektiğinin altını bir kez daha çizmek gerektiğini kamuoyuna duyurmayı görev bilmekteyiz.
TMMOB Şehir Plancıları Odası