Etik İlkeler Özlük Hakları

DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ BİLDİRGESİ-2006

2006-10-06 / 2006-10-08

1980-1990 arası alt dönem, yeni liberal  yapılanmanın ulus devlet şemsiyesi altında palazlanması sürecini içerirken,  1990 sonrası alt dönemi ise; yeniden yapılanma karşısında ulus devletin de bir  engel olarak görülmeye başlandığı ve örgütlenme düzeyinin bir üst seviye olan  uluslararası/küresel ölçeğe taşındığı dönem olarak ele almak gerekmektedir.  İlkinde ulusal ikincisinde küresel düzeylerde örgütlenen bu yeni yapılanmanın  temel amaçları, sermayenin önündeki her türlü engelin ortadan kaldırılması ve  dolaşım hızının arttırılması ile pek çok faaliyet alanın sermaye için yeni ve  alternatif yatırım kanalları haline getirilmesidir. Her ne kadar bu eğilimin bu  denli net ifade edilmesi engellenmeye çalışılsa ve başka söylemlere  eklemlenerek meşrulaştırılsa da, yapılan incelemeler ile yeni dönemin bu  yapısal özellikleri taşıdığına ilişkin yeterince kanıt ortaya konmuştur.

Bu yeni dönemin örgütlenmesi ve aktörlerin rol dağılımlarının yenilenmesi açılarından da önemli yanları bulunmaktadır. Bir yandan gerek merkezi gerekse de yerel düzeyde devlet örgütlenmesi yeniden tarif edilirken diğer yandan da sivil toplum alanında yeni aktörler yaratılmakta ve aktörler arasında roller yeniden dağıtılmaktadır. Bir başka deyişle, piyasanın denetim ve dağıtım alanındaki konumunun tam merkezileştirilmesi sürecinin bir halkasını devletin piyasaya müdahalesini en aza indirmeyi amaçlayan "devletin küçültülmesi" uygulamaları ile hizmetlerin etkin ve verimli şekilde sunulması gerekçesinden hareketle yerel yönetimlere güç aktarılması oluştururken diğer halkasını da sivil toplum alanında katılım, yerel topluluk gibi kavramların yüceltilmesi ile sivil toplum örgütlerinin aktifleştirilmesi uygulamaları oluşturmaktadır.

Elbette tüm bu dönüşüm stratejilerini haklı gösterecek gerekçelerin, olayların ya da durumların örneklerini toplumsal yaşamda bulmak mümkündür. Ancak üretilen yanıtın yapılan eleştirilere ne ölçüde karşılık oluşturduğu ise tartışmalıdır. İçeriği ve sonuçları düşünülmeden yapılan ve bir ölçüde de kulağa hoş gelen bu değişimlerin ve dönüşümlerin, problemleri çözmekten çok daha da ağırlaştırmak gibi sonuçlarının da olabildiğini gözden kaçırmamak gerekir. Kullanım değerinden değişim değerine, bölüşüm siyasetinden kimlik siyasetine doğru yaşanan bu kaymanın olumlu bir sonuca varıp varmadığı, büyüyen ekonomiye rağmen artan işsizlik, zenginlik ile yoksulluk arasındaki uçurumun ulaştığı devasa boyut, toplumsal sınıflar ile farklı toplumsal gruplar arası yabancılaşma ve düşmanlığın giderek tırmanması gibi sonuçlar üzerinden anlaşılabilir.

Her yılki bildirgelerde olduğu gibi bu yıl da tüm bu tespit ve değerlendirmeleri yapmamızın bir nedeni yaşanan sürece tanıklık eden aktörler olarak tarihsel ve sınıfsal konumumuzun gereğini bir ölçüde de olsa yerine getirmekse bir diğer nedeni de bugün kentlerimizde ve meslek alanımızda ortaya çıkan yeni durumları ve olguları daha doğru kavrayabilmektedir. Bir başka deyişle, sermayenin yeniden üretiminin hem odağı hem de alanı olan kentsel mekan ve onun düzenleme aracı olan planlama üzerindeki etkiler ve baskılar ile sözünü ettiğimiz bu yeniden yapılanma döneminin birbirinden bağımsız ele alınamayacağı gerçeğidir.

Kentlerimiz ve mesleğimiz özellikle son 3-4 yıllık süreçte daha da şiddetli olmak üzere bir dönüşüm ve yeniden biçimlendirilme sürecinin içine sokulmakta ve bu yolla da çeşitli etki ve baskılara maruz bırakılmaktadır. Bu sürecin ilginç bir yanı, değişime ve dönüşüme tabi tutulmaya çalışılan alanların bir kısmının bizim de yıllardır değişmesini savunduğumuz alanlar olması ve değişimin gerekçelendirilmesinde bizim de olumlu anlamlar yüklediğimiz kimi kavramların kullanılmasıdır. Örneğin, mevcut imar planlama pratiğimizin nitelikli kentsel çevreler yaratmakta yetersiz kaldığı için değişmesi gerektiğini, bu pratik içinde varolan planlama araçları ile yeni kentsel sorunları çözmenin olanaklı olmadığını, bu nedenle yeni planlama araçların oluşturulması gerektiğini bizler de kabul ediyor ve tartışıyoruz. Kültür ve Turizm, Çevre, Orman gibi alanlar ile Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetim Sistemimizi tarifleyen yasalların eksiklik ve yetersizliklerinden ve dolayısıyla değişmeleri gerektiğinden bizler de yakınıyoruz. İhtiyaç duyulan değişimleri tarif ederken bizler de, çevre-ekoloji, insan hakları-kentli hakları, katılım, yaşanabilirlik gibi kimi kavramlara referans veriyoruz. Türkiye'de geride bıraktığımız son 3-4 yıllık süre içinde siyasal alan, yukarıda bazıları belirtilen ve bizim de müdahale edilmesi gerektiğini söylediğimiz alanların tümüne ve hatta fazlasına bizim de kullandığımız kavramları kullanarak müdahale etmiştir.

Son 4 yıl içinde çıkan Odamız Bültenlerinde kısa bir inceleme yaptığımızda, bu süre içinde kentleri ve planlamayı ilgilendiren konularda 30 civarında yasal düzenleme yapıldığını görüyoruz. Bunların tamamı kanun düzeyindeki yasal metinlerde olmuş olup bir kısmı yeni bir yasa oluşturulması bir kısmı da mevcut yasada değişiklik yapılması biçiminde olmuştur. Bunların bir bölümü; Kamu Yönetimi Kanunu, Büyükşehir Belediyesi, Belediye ve İl Özel İdareleri Kanunları ile Kalkınma Ajansları Kanunu gibi devletin yeniden yapılandırılmasına ilişkin müdahaleleri içeren düzenlemelerdir. Bir diğer bölümü ise, Çevre, Orman, Turizm, Kültür ve Tabiat Varlıkları gibi alanlardaki kanunlarda değişiklik yapan düzenlemeler olmuştur. Ayrıca yine son 4 yılda gerçekleşen yasal düzenlemelerden bir bölümü ise kentsel dönüşüm, yıpranan kent dokularının yenilenmesi, Kuzey Ankara kent girişi dönüşümü gibi kentsel alanda doğrudan müdahale yapmaya dönük düzenlemelerdir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi bunların büyük bölümü bizim de yıllardır vurguladığımız yasal düzenlemelerdir. Ancak bu düzenlemelerin gerçekleşme biçimi, içerikleri ve ardındaki niyet ile bizim bunları ele alma ve tartışma biçimimiz ile değişmelerini söylerkenki niyetlerimiz arasında çok ciddi ve önemli farklılıklar olduğunu burada bir kez daha vurgulamak durumundayız.

Plancılar olarak bizler, mevcut imar planlama pratiğine yönelik eleştirileri meslek pratiğimizi geliştirmenin unsurları olarak yapmakta ve yeni bir planlama sistemi kurma talebimizi ise daha kapsamlı ve etkili bir planlama pratiği gerçekleştirmek için dillendirmekteyiz. Oysa son dönemde bu alana yapılan müdahalelerin amacının ise planlama pratiğinin içeriğinin boşaltılması ve planlamanın etkinlik alanının daraltılması olduğuna da üzülerek tanıklık etmekteyiz.

Plancılar olarak bizler, kamu yönetimi ve yerel yönetim sistemlerinin değişmesini; kamu hizmetlerinin daha adil, daha yaygın, daha etkin ve daha ucuz bir biçimde tüm toplum kesimlerine sunulmasını sağlamak, kamuyu bireylerin çıkar amaçlı eylemleri karşısında toplumu ve onun çıkarlarını koruma refleksi ile yaygın denetim yapan ve gerekirse müdahale eden bir yapıya kavuşturmak adına talep etmekteyiz. Oysa bu alana yapılan müdahalelerin amacı devleti olabildiğince küçültülerek müdahale etme gücü ve yetkisi elinden alınmış bir hakeme dönüştürmek, devletin elindeki pek çok hizmet alanını ve mülkü özel kesime devretmek ve kamuyu gerektiğinde bazı bireyler için toplumu dahi ezen bir yapıya kavuşturmak olarak karşımıza çıkmaktadır.

Plancıları olarak bizler, kentsel dönüşüm konularını tartışırken ve bu bağlamda yeni planlama araçları önerirken, sosyal adalet perspektifinden ayrılmadan kentsel sorunları çözmeyi ve kent mekanını yeniden düzenlemeyi hedeflemekte, toplumun yoksul ve donanımsız kesimlerinin yaşadığı kentsel ortamları daha sağlıklı ve nitelikli hale getirmeyi istemekteyiz. Oysa bu alana yapılan müdahaleler ise; bazen bizimle aynı kavramları kullanarak ve aynı meşru temellerden hareket ediliyormuş izlenimi yaratılarak kentsel dönüşümü toplumsal faydadan çok kişisel çıkarları ön plana çıkaracak uygulamaların zeminini oluşturmak, varsıl ve donanımlı toplumsal kesimlerin kent içi konut talebini karşılamak için yoksulları yaşadıkları yerlerden sürmenin aracını sağlamak gibi sonuçlar yaratmaktadır.

Geride bıraktığımız 3-4 yıl içinde tüm bu söylediklerimizin içinde bulunduğumuz bir paranoyanın sonucu olmadığını gösteren çok sayıda gelişme ve olayla karşılaştık. Bunların önemli bir bölümü de yukarıda sözünü ettiğimiz yasal düzenlemelerin doğrudan sonuçları olarak karşımıza çıktılar. Odamız bültenlerinde geriye doğru hızlı bir inceleme yapıldığında bunların çoğunu görmek olanağına sahip olmaktayız. Hazine arazilerinin, 2B statüsündeki orman alanlarının, kent merkezindeki okulların ve yine kent içindeki kamu kurum ve kuruluşların arazilerinin satılması sürekli olarak gündemde kaldı. Başta İstanbul olmak üzere özellikle büyük kentlerimizde çoğu zaman kentsel dönüşüm projeleri adı altında bazı imar ve rant operasyonları düzenlendi ya da düzenlenme girişimleri oldu. İstanbul'da Galataport, Haydarpaşa Limanı, Sevda Tepesi ve Dubai Kuleleri, Ankara'da Havagazı Fabrikasının yıkımı, Atatürk Orman Çiftliği, Ulus Tarihi Kent Merkezi, İzmir'de Çeşme Yarımadası, Kuşadası Limanı bunun en çarpıcı örneklerdir.

Bu örnekler bize son dönemde Türkiye'de siyasetin kentleri ve planlamayı nasıl algıladığını net bir biçimde göstermektedir. Kentler, kaynak yaratmak ve yaratılan kaynakların belirli toplumsal gruplara dağıtılmasını sağlamanın aracı olarak ele alınmaktadır. Bir başka deyişle, küçültülmüş, kaynaklarının çoğu elinden alınmış ve ekonominin belirli alanlarına müdahale etme gücü kalmayan devleti yönetenler, kaynak yaratmak ve iktidarlarını korumanın maddi temellerini sağlamak için kentlere yönelmiş durumdalar. Bu yönelmede öncekilerden farklı yöntemler de söz konusudur. Tekil karar örnekleri düzeyinde müdahaleler yerini siyasalar üreterek ve siyasaları dönüştürerek müdahale etmeye bırakmış gibi görünmektedir. Bu yaklaşım altında kentler adeta parçalara ayrılmış durumdadır. Kentlerin kaynak yaratma potansiyeli yüksek parçaları sürekli ilgi görmekte ve bu parçalarda belirli aktörlerin projelerinin hayata geçirilmesi için olanaklar seferber edilmektedir. Bu süreçte bir yandan kentlerin kaynak yaratma potansiyeli olmayan ancak kaynağa ihtiyaç duyan kesimleri kaderlerine terk edilirken diğer yandan da rant yaratmak için yapılan müdahale ve projelerin kentin bütününe yüklediği maliyete de yoksul kesimler katlanmaktadırlar. Son günlerde ülke kentlerinin hemen hepsinde sel olayları yaşanmaktadır. Bu durumu basitçe yoğun yağışa bağlayıp geçiştirenler, kentlerde parça parça yürütülen rant operasyonlarının ve yeni kentsel dönüşüm projelerinin getirdiği altyapı yükünü başkalarının ödediği gerçeğini gizlemektedirler.

Yukarıdaki örneklerde ayrıca, siyasetin planlamayı da nasıl algıladığının ipuçları bulunmaktadır. Kentlerde yürütülen oyunların karşısında önemli bir engel olarak görülmekte olan planlamayı tümüyle reddetmek olanağı olmadığından planlamaya yeni bir biçim ve içerik verilmek istendiği görülmektedir. Bu biçim ve içerik, planlamayı da, devletin planlama alanındaki stratejilerini de öncekinden farklı bir yapıya kavuşturmayı amaçlamaktadır. Oyun teorisinde bir oyuncunun stratejisi, herhangi bir oyun ya da konumda her bir olası durum için yapılacak eylem için kapsamlı bir eylem planının olmasıdır. Ancak burada unutulmaması gereken tüm stratejilerin bir amacı gerçekleştirmeye dönük olarak oluşturulduğudur. 1980 öncesinde yeni-liberal politikaların gündeme gelmesinden önceki dönemde de devletin planlama alanında stratejileri olmuştur ve bu stratejilerin nihai hedefi kamu yararını sağlamaktır. Günümüzde ise stratejilerin kendisi bütünden ayrı düşünülerek birer amaç haline gelmiş ve bu stratejilerin yan yana gelmesi ile bütünün bir başka deyişle de planın oluşacağı fikri oluşmuştur. Bu fikrin kendisini eleştirmek kadar önemli bir husus da söz konusu stratejilerin neye hizmet ettikleri ve amaçlarının nasıl ve hangi koşullarda oluşturulduğu sorularının da sorulmasıdır. Ancak o zaman planlamaya verilmek istenen yeni biçimi ve içeriği tam olarak kavrama şansını yakalarız.

Bu yıl İzmir'de düzenlemekte olduğumuz Türkiye Şehircilik Kongresinin amacı da bu genel çerçeve içinde yaşanan dönüşümü daha net anlamaya dönük katkılar sağlamak ve verili koşullar altında şehir plancılarının alacağı konum, izleyeceği strateji ve bu stratejinin amaçlarına ilişkin ipuçları ortaya koymaktır. Planlamanın kendini sürekli olarak yeniden tanımlaması onun geri dönüşlü doğasının en tabi sonucudur. Ancak bağlamdan ve amaçtan bağımsız bu tür yeniden tanımlama çabaları en sonunda uygulamaları meşrulaştırıcı bir pozisyon yaratmaktadır. Dolaysıyla bazen "ısrar etme" dönüşme eğilimine nazaran "toplumsal yararı sağlama" açısından daha ilerici bir tutum olabilir. Hem toplumsal hem de meslek camiasına karşı sorumluluklarını düşünmeyi hiç bırakmayan TMMOB Şehir Plancıları Odası, daha iyi bir toplum ve daha iyi bir mesleki pratik için verdiği ilerici mücadelesini sürdürecektir.

Kamuoyunun bilgisine önemle ve saygıyla sunarız.

TMMOB Şehir Plancıları Odası
Yönetim Kurulu

TMMOB
Şehir Plancıları Odası

Çerez Politikası & Gizlilik Sözleşmesi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için amaçlarla sınırlı ve gizliliğe uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Çerezleri nasıl kullandığımızı incelemek ve çerezleri nasıl kontrol edebileceğinizi öğrenmek için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz

kişisel verilerinizin Odamız tarafından işlenme amaçları konusunda detaylı bilgilere KVKK sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

"/>